OTORİTE kurmak gibi bir zaafımız var. İstiyoruz ki, herkes bize mutlak itaat üzere olmalıdır. Aksi halde bunu isyan sayabiliyor kendimize tehdit olarak değerlendirebiliyoruz.

OTORİTE kurmak gibi bir zaafımız var.

İstiyoruz ki, herkes bize mutlak itaat üzere olmalıdır. Aksi halde bunu isyan sayabiliyor kendimize tehdit olarak değerlendirebiliyoruz.

Bunun bir sonucu olarak ise her türlü tedbiri almayı hakkımız olarak görebiliyoruz.

Karar verme, kontrol etme, cezalandırma, affetme, yakınlaştırma, uzaklaştırma, itibarsızlaştırma, ötekileştirme, damgalama gibi akla gelebilecek her türlü davranış artık bizim için meşrudur.

Hatta görevimizdir.

Hayatı yaşanmaz hale getiren bu duruma zamanla alışıyor, başka türlüsünü düşünemez hale geliyoruz.

Fıtratımızın asla kabul etmediği, doğal olmayan bu durumu kutsallaştırarak içimizdeki itirazları törpülemenin hatta susturmanın yollarını buluyoruz.

Otorite sahiplerinin baskılarını arttırarak pekiştirmelerine karşı çıkıp kendi varlığımızı ortaya koyarak benliğimizi koruma çabasına girdiğimiz vakit ortalık karıştığından 'İsyankar', 'Çıkıntı', 'İtaatsiz' gibi yakıştırmalarla damgalanıyoruz.

Bununla mücadele edemeyenler ise zamanla kendileriyle barışık olmayı seçtiğinde kutsamaktan başka çıkar yol kalmıyor.

KÜÇÜK yaşlarımızdan itibaren başlıyor bu durum.

Her emri sorgusuz sualsiz yerine getiren bir kız çocuğuna 'Hanımefendi' oğlana ise 'Beyefendi' diyerek ödüllendirmeye, onurlandırmaya başlıyoruz.

Bu tanımlamalar dışında kalmak malumdur ki, bu taltiflerin aksi manası yüklenmiş oluyor.

Doğduğu evde yaramaz, itaatsiz, söz dinlemez biri olup çıkıyor.

Anne baba gönül rahatlığı ile evlatlarının kendisine mutlak itaat üzere olmaları gerektiğine inanıyor.

Çünkü kendisinin de gördüğü, deneyimlediği, öğrendiği tutum bu.

'Biz ebeveynlerimizin bir kaş göz işaretiyle yere çakılmış gibi kalırdık' şeklindeki söylemler bir bakıma o halin kutsanması anlamına gelmiyor mu?

Pek çoğumuz anne babaya itaatin farz olduğu söylemi ile büyütülmedi mi?

Körpe zihinlerimize bu tohumlar ekilmedi mi?

Oysa yükümlü olduğumuz husus itaat değil ihsan…

OKUL sıralarında da ailede yaşanan bu durum pekiştirilir.

Öğretmenlerimizi sokakta gördüğümüz vakit kaçıp saklanacak yer bulamayan çocuklar olarak büyüdük biz. Evimizin toprak damını loğ taşı ile pekiştirirken çok uzakta olan öğretmenimiz görmesin diye upuzun yattığımı hatırlarım mesela.

Bu kadarına gerek var mıydı?

'Eti senin kemiği benim' anlayışının meydana getirdiği arızaları çoğumuz hala üzerinden atabilmiş değildir.

Bunun kötü bir getirisi olarak karı-koca arasında da benzer tartışmalar sürüp gider.

İNSANLIK tarihi boyunca yönetimlerin kendilerine kayıtsız şartsız itaat istediklerini biliyoruz.

Firavunları, Nemrutları, Tiranları bu bağlamda hatırlayalım.

Kesin itaati ve takdis edilmeyi sağlamak için kendilerini dinî anlamlar içeren lakaplarla takdim etmelerini ise insan bilince atılmış bir çapa olarak görebiliriz.

Bu açıdan geriye doğru bir tarama yaptığımızda kendisini 'Zıllullah' yani Allah'ın gölgesi şeklinde yapılan tanımlamaya benzeyen pek çok başka yakıştırmaları da göreceğiz.

'SORGULAMA itaat et' ilkesi sosyal ve iş hayatımızın da bel kemiğini oluşturur.

Bu sebeple pek çok ortamda soru sorulması sakil karşılanır.

'Anlamanın değil itaatin' şart koşulduğu bu türlü oluşumlarda kalbinden geçireceğin minik bir tereddüdün bile seni bin yıl geriye atacağı ve feyzinin kesileceği yönündeki korkutmalar evlerimizde kütüphanelerimizi süsleyen pek çok kitapta bulmak rahatlıkla mümkündür.

Öğretmen öğrenci ilişkisi için bunlar ifade edilir.

Hoca ve talebe için dile getirilir.

Mürşit ve mürit münasebetinde olmazsa olmaz prensiptir.

Şef ve vardiya çalışanı için söz konusudur.

Patron ve ücretli için caridir.

Yani hayatımızın her alanında belirli ölçüde kendisine yer bulur.

YÜCE Kitabımıza dikkatle baktığımız zaman müşriklerin 'Atalarının dininden kopmama' gayretleri ile Nebi'lere nasıl eziyet ettiklerini tüm açıklığı ile görüyoruz.

Bu davranış kutsanmış otoritenin savunulması değil midir?

'Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur' cümlesinin bir şarkıda yer alması bile aynı düşüncenin toplumsal dışa vurumu değil midir?

Eziliyoruz.

Örseleniyoruz.

Benliğimiz un ufak ediliyor.

Öz değer kaybı yaşıyoruz.

Ama yine de otoriteyi kutsamaktan geri durmuyoruz.

Burada bir tuhaflık yok mu?

Oysa kalbine iman yazılan mü'minler için bırakın kutsamayı Hakka itaatin dışında herhangi bir mercie mutlak itaatin asla söz konusu olamayacağının şuurunda olmalıyız.

Mutlak itaatin kime olacağı şuuruna ermek niyazıyla…

Ya Selam!