İLK ısındığım yerdir köy odası. Ne vakit üşüsem, parmak uçlarım sızlamaya başlamışsa ve eldiven artık işe yaramaz olmuşsa oraya koştururdum. İlkin ellerimi ısıtırdım, sobaya yakın oturarak. Yaşım ilerlediğinde anladım ki, ısınan sadece ellerim değilmiş.

İLK ısındığım yerdir köy odası.

Ne vakit üşüsem, parmak uçlarım sızlamaya başlamışsa ve eldiven artık işe yaramaz olmuşsa oraya koştururdum.

İlkin ellerimi ısıtırdım, sobaya yakın oturarak. Yaşım ilerlediğinde anladım ki, ısınan sadece ellerim değilmiş.

Ben aslında yüreğimi ısıtıyormuşum asıl.

Sohbet nasıldır, muhabbet demini nasıl alır, dostluk kıvama ne şekilde ulaşır hep burada gördüm.

Küçücük yüreğimle hem de.

Büyüklere hürmet nasıl edilir, burada bellenilir.

İçeriğe giren bir yaş büyük olsa bile nasıl ayağa kalkarak karşılanır burada gözlemlenir.

Önce sen nasıl denilir, hizmette önde, ücrette arkada tevazu ile nasıl kalınır yine köy odası eğitiminde öğrenilir.

Yaşlılar ve ehli olanlar söze başladığında susmanın erdemini ben köy odasında gördüm.

Susmanın marifet, konuşmanınsa sorumluluk olduğunu büyüklerimin davranışlarıyla burada görüp belledim.

Sözün etkisine ilk köy odasında tanık oldum.

Bir cümle kimi zaman nasıl ortalığa bir coşku gibi yayılıp insanların ayaklarını yerden kestiğini küçük gözlerim burada gördü. Yine bir kelamın nasıl ortalığa buza kestiğini de.

Şöyle sanırdım. Sanki tüm dünya buradan idare ediliyor. Evrenin merkezi burası. Her şey burada yapıp çatılıyor. Öyle gelirdi bana.

Gerçekten de buradan herhangi bir hadise ile ilgili karar çıkmışsa bu tartışmaya açık olmazdı.

Büyüklerin sözü büyük olurdu.

O zamanlar büyükler ne küçük davranışlar gösterirlerdi, ne de küçük söz söylerlerdi.

Sözün küçüğünün, küçülttüğünü en iyi onlar bilirdi.

Ölçüleri vardı, tartıp söylerlerdi.

O sebeple söz ağırlığınca olurdu.

Söze meftun oluşum belki buradan geliyordur. Kim bilir?

Evde doğdum ama köy odasında büyüdüm.

Onlarla oturup kalktım.

Kapıyı ben açardım seslerini duyduğum için gelenlere.

Kapıyı açarak karşılamak önemliydi zira. Değer vermek demekti.

Namaz vaktine bir saat kala küçük hareketlenmeler başlardı. Her köy odasının demirbaşı arasında bulunan leğen ve ırbık hareketlenirdi. Hazırlık yapmaya başlayanların sedir önlerine hemen leğeni koyuverirdim. Sonra da abdest suyunu dökmeye başlardım.

İstisnası olmayan bir durum yaşardım burada. Çok lezzet aldığım abdeste yardım etme hizmetim ayaklara gelinceye kadar sürerdi. Sıra ayaklara gelince her nedense büyüklerim buna müsaade etmezlerdi. Irbığı kendileri alır ayaklarına suyu kendileri dökerdi.

Biriken suyu hemen dışarıya döker gelip hizmete devam ederdim.

Topluca camiye namaza giderlerdi. O sırada başka bir görevim olurdu.

Bu tazelenme vazifesi idi.

Hemen kapıyı, pencereyi açardım. Topraktan olan zemini sekizler şeklinde ıbrıkla sulardım. Sonra sedirlerden başlayarak hızlıca süpürmeye başlardım. Yerleri de süpürdükten sonra köy odamız tekrar söze, sohbete hazır olurdu. Camiden dönenler tazelenmiş bir odaya gelmiş olurlardı.

Oyun dışındaki vakitlerim dedemle beraber hep burada geçerdi. Kış mevsimiyse köy odası daha bir işlevsel olurdu.

Akşam sofraları misafirsiz olmazdı. Ancak misafirin de bir çağrılma adabı olurdu. Akşam namazından sonra babam veya dedem hali vakti akşam yemeğine uygun olmadıklarını bildikleri şahıslarla beraber camiden çıkar muhabbet ederek yol yürürlerdi. Ayrım noktasına geldiklerindeyse koluna girer sohbeti de koyulaştırır ve doğal bir akışla 'Bizde akşamlayalım' derlerdi.

Yatsı namazı sonrası kış geceleri eğitim saatleriydi adeta. Uzun ve zahmetli geçen kış geceleri okuma eylemi ile aydınlatılırdı.

Osmanlıca metinler üzerinden Fahr-i Kainat Efendimizin hayatını anlatan Siyer-i Nebi okunur kemali edeple dinlenilirdi. Ardından başka kitaplar takip sırasına girerdi. Ahmediye, Muhammediye ve Cenk kitapları. 30-40 cm yüksekliğinde, yaklaşık 1 metre eninde ve 2-3 metre uzunluğundaki sedirlerde minder ve halıdan yapılmış yastıklara yaslanılarak dinlenilirdi.

AllahuTeala'ya iman, Peygamber-i Zişana aşk, sahabi efendilerimize ve ehl-i beyte hürmet burada öğrenilirdi.

Köy odaları Hak misafirlerinin hiç sorgulanmadan ağırlandığı yerlerdi aynı zamanda.

Sadece kendisi mi? Hayır. Hayvanların beslenmesi ve tımarları da bir o kadar önemliydi.

Misafir konuşunca susulurdu. Asla sözü kesilmezdi.

Misafir bilgi demekti.

Yeni yerlerin ve farklı görgülerin dile gelmesi manasını taşırdı.

Görmediğiniz yerleri görür, konuğun dilinden başka kültürler ve yerler tanırdınız.

Ve bu çok önemliydi.

Yenilenmekti.

Köy odalarının yaz ve güz mevsimlerinde başka işlevleri de olurdu.

Düğün, nişan, sünnet töreni toplantıları öncesinde istişare adını verdikleri 'Danışık' olarak isimlendirilen toplantılar yine burada yapılırdı. Bir küslük vuku bulmuşsa barıştırma da yine burada yapılırdı.

Ergen yaşlarımda bir vesile ile uzak bir köyde dayımla gecelemek durumunda kalmıştım.

Yine bir köy odasıydı. Söz nerelisin, kimlerdesin vs gibi fasıllara geldiğinde dedemin adını söyledim. Oda sahibi 'Vay senin Esed'in torunusun demek' diye fırlayıp beni nasıl kucakladığını asla unutamam.

Ve o gece ilk kez kullanıma açılıp serilen yatakta yatmanın verdiği heyecanı da.

Sebebi ise şuydu: Misafir olduğum odanın sahibinin yolu otuz sene evvel bizim köye düşmüş ve odamızda ağırlanmıştı.

Yıllar evvel dedemin yaptığı bir hizmetin karşılığını şimdi ben almıştım.

Köy odaları işte bu nedenle biraz da vefa demekti.

Ekmek hakkı, tuz hakkı demekti.