Talihsiz Kudüs kararının bölgesel ve küresel yansımaları

Ortadoğu, Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasından sonraki en karanlık dönemlerini geçirmektedir. 9 Aralık 1917 tarihinde İslam Medeniyetinin beşiği olan Kuds-i Şerif’in İngiliz koloniyalizminin pençeleri altına düşmesi bölge için tarihi bir felaketin ve karanlık senaryoların başlangıcı olmuştur. Bu coğrafya, Osmanlı döneminde şahit olduğu 400 yıllık barış, esenlik ve saadet yurdu olma özelliğini kaybedecekti. ABD Başkanı Trump’ın; T. Herzel’in Siyonist teşkilatı kurmasından 150 yıl sonra, Kudüs’ün tarihi felaketinden tam bir asır sonra ve 1967 Arap-İsrail savaşından yarım asır sonra bu kararı alması, bu durumun bir tesadüf olmadığını bilakis bir Evancelik-Siyonist proje ürünü olduğunu ortaya koymaktadır.

Hiç şüphesiz Mr. Trump’ın, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğuna dair aldığı karar, Ortadoğu tarihi açısından ikinci bir Balfour Deklarasyonu niteliği taşımaktadır. 2 Kasım 1917’de açıklanan Birinci Bildiri ile Filistin’in Yahudi esareti altına düşüşü ilan edilirken Trump’ın kararı ise Kudüs’ün özgürlüğünü yitirmesini simgelemektedir. Siyonist-Yahudilerin uzun zamandan beri kazı yapma bahanesiyle Mescidi Aksanın altını oymaları ve sık sık Camiye baskın yaparak Müslümanları baskı altında tutmaları da basit sıradan olan olaylar olmasa gerektir.

Bu durumun farkında olan pek çok Müslüman, dünyanın değişik bölgelerinde ‘Öfke Cuması’ adı verilen eylemlerle Trump’ın kararını protesto etmişlerdir. Hamas’ın yaptığı ‘intifada’ çağrısı Filistin’de geniş bir yankı bulmuştur. Muhakkak ki bu talihsiz kararın gerek Ortadoğu bölgesinde, gerekse de tüm İslam Dünyası ve uluslararası siyasette büyük yansımaları olacağı aşikârdır. Başta Rusya olmak üzere Çin ve AB ülkeleri kararı eleştirmiş ya da kınamışlardır. Çünkü Başkan Trump’ın aldığı karar ne Kudüs’ün tarihi geçmiş ve gerçeklerine uygun düşmekte ve ne de uluslararası hukukla bağdaşmaktadır. Zira 1980 yılında İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhak ederek burayı başkent ilan etmesi kararı, BM Güvenlik Konseyi’nin 478 sayılı kararıyla geçersiz sayılmıştır.

Tarihi olarak meseleye bakıldığında ise Kudüs’ün son 15 asırdır büyük çoğunlukla İslam hâkimiyeti altında bir, barış, doğruluk, adalet, güvenlik ve esenlik yurdu olması ve de üç kutsal dinin merkezi olması böyle talihsiz, haksız ve mesnetsiz bir kararla çelişmektedir. Çünkü Trump’ın kararıyla Kudüs şehri tek bir dinin tekeli altına sokulmakta ve yukarıda da örnekleri verildiği üzere Siyonist planlara peşkeş çekilmektedir.

Ayrıca, bu kutlu beldenin İslam’ın ilk kıblesi olması ve Miraç Hadisesinin Mescidi Aksa’dan gerçekleşmesi Kudüs’ün tüm Müslümanlar için aziz ve mübarek bir vatan olarak telakki edilmesine sebep olmuştur. Bunu içindir ki Müslümanlar Hz Ömer devrinden Medine müdafii Fahrettin Altay Paşa’ya kadar bu mübarek beldeyi dâhili ve harici düşmanlara can ve kanlarıyla muhafaza ve müdafaa etmişlerdir.

Önce Arap Birliği’nin toplantısı ve sonra da 57 üyesi bulunan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul’da toplanma kararı alması İslam ülkelerinin bu Evancelik-Siyonist komploya karşı sessiz kalmayacaklarını ortaya koymaktadır. Cakarta’dan Lahor’a, İstanbul’dan Rabat’a, Afganistan’dan Tunus’a kadar olan bölgelerdeki Müslüman halk ve devletlerin Kudüs protestoları yapmaları ve benzer mesajlar vermeleri, İslam Dünyasındaki halkların kararlılığını gözler önüne sermektedir. Diğer taraftan Trump’ın Kudüs kararının Batı’daki mevcut İslamofobi ve Zenofobi gibi İslam karşıtlığı ve yabancı düşmanlığını tetikleyeceğine şüphe yoktur. Bu durumun, İslam ülkelerinde zaten çok düşük olan ABD’nin imajının tamamen yerle bir olmasına sebebiyet vereceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir. Böylece 1990’lı yıllarda fikri olarak gündeme gelmiş olan medeniyetler çatışması tezinin tatbikat safhasına dönüşmesinin de kapısı aralanmış olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise İslam dünyasının meselelerine duyarlı bir ülke sorumluluğuyla hareket ederek bu haksız ve yersiz karara karşı ilk adım atan ve açık ve net bir tepki ortaya koyabilen bir ülke olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump’ın Kudüs kararının Müslümanlar için bir kırmızı çizgi olduğundan bahisle gerekirse İsrail’le ilişkilerin koparılabileceğini dile getirmiştir. Bundan sonra yapılması gereken ise diğer İslam ülkelerinin de benzer sorumluluk ve duyarlılığı ortaya koymalarıdır. Önümüzdeki günlerde toplanacak olan İslam Ülkeleri İşbirliği Toplantısının alacağı kararlar bu bağlamda bir turnusol testi hükmünde olacaktır.