Suudi Arabistan’da neler oluyor?

Uluslararası siyasetin son derece hızlı ve çalkantılı bir devinim içinde olduğu nadir dönemlerin birinden geçiyoruz. Bu durumun tezahürlerini Amerika kıtasından Uzak Doğu’ya, Kırım Yarımadasından Yemen’e kadar olan geniş coğrafyalarda görmek mümkün. Bu dönem farkını, uluslararası sistemin içinde bulunduğu belirsizlik girdabı nedeniyle sebep olduğu türlü kriz ve çatışmalarla ortaya koymaktadır. Hiç şüphesiz en temel kriz alanlarından biri de Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyasıdır. Suriye ve Yemen krizleriyle dünya gündeminden düşmeyen bölgesel siyasi ve askeri yoğunluğa bugünlerde Suudi Arabistan’da, ardı ardına sebep olduğu sürpriz olaylarla, eklemlenmiş oldu. O halde Suudi Arabistan’da neler oluyor?

Suudi Arabistan’da neler olduğunu anlayabilmek için bu ülkenin iç yapısını bilmeye ihtiyaç vardır. Suud rejimi, siyasallaşmış bir aşiretin başı olan Muhammed İbn Suud ile dini selefi bir hareket olan Muhammed b Abdülvehhab’ın 18’inci yüzyılda teşkil ettikleri ittifak ve evlilikten doğan bir yapıdır. Bu siyasal-dini yapı kendisine benzer sosyolojideki diğer kabilelerin birleşmesiyle 1920’li yıllarda bir devlet kurmaya muvaffak olmuştur. Bu yönüyle Suudi Arabistan İbni Haldun’un ünlü ‘Asabiyye’ teorisine iyi bir örnek teşkil eder. Vahhabiliği, genel Sünni çizgiden ayıran nokta ise, İslamın amel-iman ilişkisine getirdiği katı yorum ve uygulamaklardır. Bu durum ise siyasal selefi yayılmacılığa ve radikal selefi akımların ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.

Suudi Arabistan’ın bu durumu ise özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra (ki saldırıları tertipleyen 19 kişiden 15’i Suudi vatandaşıydı) yakın müttefiki olduğu ABD’de uzun zamandan beri rahatsızlık oluşturmaktaydı. Dolayısıyla, Washington, Riyad’a bir reform programı uygulamak suretiyle ülkedeki radikalliği önlemesi konusunda baskı yapmıştır. Nitekim ABD Kongresinin Eylül 2016 tarihinde saldırıda ölenlerin yakınları için Suudi yetkililere dava açabilmesini sağlayan bir yasayı kabul etmeleri Riyad’ta alarm zillerinin çalması için yetmişti. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde Veliaht Prens Selman’ın ‘radikalliğin kalıntılarını sileceğini ve ılımlı İslamı getireceğini’ ifade etmesi köklü bir reform programı uygulanacağına dair işaretler vermişti.

Reform programının siyasi altyapısının oluşturulması süreci de mevcut Kral Selman bin Abdülaziz tarafından kararlılık ve bir o kadar da sertlikle yürütülmüştür. Kralın kendisinden sonra tahtı oğlu Selman’a bırakmak için yaptığı saray darbesi haliyle gerek kral ailesi içinde gerekse de yakın çevresinde eleştirilere ve muhalefete neden olmuştur. 4 Kasım gecesi 11 prens, 4 aktif bakan ve aralarında birçok eski bakan, işadamı ve medya patronlarının tutuklanmalarına sebep olan gelişmelerin bu çerçevede değerlendirilmesi makul gözükmektedir. Ancak, Riyad yönetimi yapılan tutuklama ve gözaltıların yolsuzlukla mücadele kapsamında icra edildiğini açıklamıştır. Tesadüf ki yapılan birinci ve ikinci dalga gözaltı ve tutuklamalar bir krallık kararnamesiyle kurulan Yolsuzlukla Mücadele Komisyonunun teşkil edilmesinden hemen sonra gerçekleştirilmiştir.

Ancak, tüm bu baş döndürücü hadiseler bir yana, Suudi Arabistan’ın gerek küresel ve gerekse de bölgesel siyasette Batı nezdinde kilit bir yer işgal etmesinin arkasında sahip olduğu jeopolitik konum ve yeraltı kaynakları yatmaktadır. Bu ülke tek başına dünya petrol rezervinin yüzde 16’sına sahip olup günlük 10,5 milyon varil petrol üretimiyle dünyada ilk sırayı almaktadır. Ayrıca, Suudi Arabistan’ın sahip olduğu petrol şirketi ARAMCO 2,5 trilyon dolar bir değere sahip olup dünyanın en karlı petrolünü üretmektedir. Kral Selman’ın ABD başkanı Trump ile 400 milyar dolarlık bir silah anlaşması yapması ve ardından da ARAMCO’nun New York’ta borsaya açılacağına dair spekülasyonlar yapılması son günlerde Suudi Arabistan’da meydana gelen hadiselerin bir jeo-ekonomik boyutunun da olduğunu gözler önüne sermektedir.

Kuşkusuz tüm bu gelişmeleri ABD’nin Ortadoğu bölge jeopolitiğinden ayrı düşünmek mantık dışı olur. ABD, Başkan Trump yönetimiyle birlikte bölgede yeni bir siyasal paradigma oluşturacağına dair sinyalleri gerek söylem gerekse de eylemleriyle açık bir şekilde ortaya koymuştur. Başkan Trump’ın ilk yurtdışı ziyaretlerini Riyad ve Tel Aviv’e yapması ve Kral Selman ve Abdülfettah Sisi ile beraber Kristal küre önünde verdikleri ittifak pozu pek manidar değil midir? Ancak, gerek Suudi Arabistan içinde meydana gelen siyasi ve stratejik gelişmeler ve gerekse de buna etki eden iç ve dış faktörler bu kadarla da sınırlı değildir. Bunların ne tür etki ve yansımalara sebep olacağını zaman gösterecektir. Zira, çölün ne tür fırtınalara gebe olduğu ancak tezahüründen sonra belli olur.