Hırka Giyme Adabı: Hırka giydirilmesi âdâbı da hemen hemen taç giydirilmesine benzer. Taç giyiminden farklı olarak hırka giyiminde tekbir getirilmemekte ve mürit şeyhin önünde oturmak yerine ayakta durmaktadır.

Hırka Giyme Adabı: Hırka giydirilmesi adabı da hemen hemen taç giydirilmesine benzer. Taç giyiminden farklı olarak hırka giyiminde tekbir getirilmemekte ve mürit şeyhin önünde oturmak yerine ayakta durmaktadır. Yapılan uygulama sadece şeyhin meşayih silsilesini zikredip müride dua etmesi ve Fatiha suresini okuyup hırkayı ayaktayken müride giydirmesinden ibarettir. Taç ve hırka bazan kamil fakirlere (dervişler) benzemek için biat esnasında talibe, bazan da hilafet alacağı vakit halifeye giydirilir. Mürit taç ve hırka giyiminden sonra şeyhin elini ve dizlerini, mecliste bulunan ihvanın da ellerini öper. Köseç Ahmed Dede'nin verdiği bu bilgiler asıl hırkanın hilafet almaya hak kazanmış dervişler için geçerli olduğunu göstermektedir. Buraya kadar Ankaravî, Mustafa Sakıp Dede ve Köseç Ahmed Dede'nin hırka hakkındaki görüşlerini birleştirdiğimizde Mevlevilikte biat esnasında, çile bitiminde ve hilafet merasiminde hırka giyimine yer verildiği sonucuna ulaşmak mümkündür. Köseç Ahmed Dede kamil bir şeyhin taç ve hırka giydirmesiyle birlikte müritten bütün beşerî sıfatları terbiye soyup çıkaracağını ve bunun yerine Hz. Peygamber'in ahlak giysisini giydireceğini söyler. Kendisine zikir telkin edilen müridin riayet etmesi gereken adabın keyfiyeti, zikirden maksadın ne olduğu, zikrin adedi gibi hususlar çerçevesinde Mevlevilikte zikir adabı üzerine kaynakların işaretlerine temas edelim.

Zikir Âdabı- Ferdî zikir adabı: Talip tek başına olduğu bir mekanda, helal kıyafetli ve abdestli bir şekilde iki rekat namaz kılar. Akabinde ism-i celal yani Allah ismine bütün kalbiyle yönelir; kalbini Hakk'ın huzuruna hazır eder. Divane Mehmed Çelebi, zakirin zikir esnasında mümkün mertebe nefesini tutması, sık sık nefes almaması gerektiğini söyler. Dolayısıyla tasavvufî terminolojideki 'habsü'lenfas'a(Nefesi Tutma) dikkat çeker. Ayrıca bir hal tespitinde bulunarak zakirin bu zikre adabı üzere devam ettiğinde bakışını her nereye çevirirse çevirsin orada zikrettiği ismi göreceğini, göremediği durumlarda gönül gözüyle o isme nazır olarak kalp diliyle zikre devam etmesi gerektiğini belirtir. Zikri herhangi bir adet ile sınırlandırmayarak onu bütün vakte yayar. Zikrin adedi konusunda ilk bilgiye XVII. asırda rastlanır. Ankaravî talibin tek başına, abdestli bir halde önce kalp sonra da sır zikrini elde edinceye kadar en az üç bin defa ism-i celali zikretmesi gerektiğini haber verir. Müridin sabah namazı sonrası yapılan virdleri tamamladıktan sonra üç bin, işrak namazından sonra üç bin, teheccüd namazından sonra üç bin kere zikrettiğini söyleyerek sayıyı dokuz bine tamamlar. Bunun dışında Ankaravî her namazdan sonra 'kelime-i tevhid 'in, gece gündüz her zaman 'ism-i celal'in, yemekte ve duadan sonra 'hû' zikrinin makbul olduğunu belirtir. Köseç Ahmed Dede yirmi dört saatin içerisinde zikrin en azının on iki bin olduğunu söyler ve bu sayıyı sabah, duha, yatsı ve teheccüd namazları akabinde üçer bine taksim eder. Ankaravî 'nin dil, kalp ve sır zikri olarak kategorileştirdiği zikir çeşitlerini Köseç Ahmed Dede dil, kalp, ruh ve sır olarak dörtlü kategoriyle ele alır ve her birinin diğerinin maksadı olduğunu söyler. Daha açık bir ifadeyle dil zikrinden maksadın kalp zikrini, kalp zikrinden maksadın ruh zikrini, ruh zikrinden maksadın sır zikrini tahsil etmek olduğunu belirtir. Öte yandan Şeyh Galib'in zikir tasnifi Köseç Ahmed Dede'ninkine benzer şekildedir. Şeyh Galib öncelikle zikrin, kalp gafil bir halde iken dilde dolaşan bir söz kabilinden anlaşılmaması gerektiğinin altını çizer. Bu noktada mühim olan 'huzur maallah ve hüviyyet-i şühûd' yani salikin daima Allah'ın huzurunda bulunduğu bilinciyle hareket etmesi ve Hakk'ı müşahede üzere kulluğunu yerine getirmesidir. Akabinde Mevlevilerin zikrini kalbî, ruhî ve sırrı şeklinde tasnif ederek kalbin zikrini fikir, ruhun zikrini aşk, sırrın zikrini ise cezbe olarak tarif eder. Gölpınarlı zikrin sayısının ondan başladığını, binlere kadar varmadığını ifade ederken Hüseyin Top ondan binlere kadar çıkabileceğini haber verir. Bunun yanı sıra zikrin zamanı genelde yatsı namazı sonrasında veya arzuya göre teheccüd vaktinde tayin edilir. Verilen zikir adedinin yirmi dört saat içerisinde tamamlanması gerektiğini bildirir.