Hakiki Derin Çete gulyabanidir..

“Ahmet Refik, İttihat’çıları arkadan vurdu” diyenler var.. Arkası önü belli olmayan bir komitayı arkasından nasıl vurmuşsa...

Derin Çete tâbirim ne derece uyuyor bilmiyorum, takdir sizin lâkin şu kadarını belirteyim ki, DERİN ÇETE, ne Ergenekon ismiyle meşhur edilen sun’î davâ kapsamındakilerdir ne Balyoz ve sair yapılar hattâ ne Gladyo ve uzantısı FETÖ denilen kahpe örgüt..

DERİN ÇETE bütün bunların hepsinin arkasındaki sinsi ve mel’ûn örgüttür ki, onu ne bir masa etrafında planlar yaparken yakalayabilir, ne de haklarında bir gazete haberi bulabilirsiniz...

Tam bir ucubedir. İyi saatte olsunlar gulyabanisi gibi bir şey...

Darbeleri de onlar yaptırır, resmî ideolojiyi de onlar belirler...

“Atam sen Peygamberimizsin, (kutsal) kitabın da (Nutuk) kendinden (sen Peygamberi de aşıyorsun, aslında bir nevi tanrısın demek istiyor) boyutlarına kadar giden ve bozuk düzene dinleri gibi sahip çıkan; fakat gulyabaniyi hiç görmemiş bu tür güruhlar dahi DÇ’nin beyinsiz sözcüleridir sadece...

Ahmet Refik, İttihat’çıların altı yılda koskoca bir imparatorluğu nasıl yıktıklarını anlatırken halka nasıl eziyet, zulüm çektirdiklerini, kendilerine karşı olanları nasıl ortadan kaldırdıklarını da anlatıyor demiştim dünkü bölümde.

Kitabının önsözünü yazan Halûk Dursun da haklıdır. “Tarihî devamlılık” ilkesi bir düsturdur... İnkıtalar (kesintiler) tarihîn aslî değil, arızî (bir bozukluk olarak zuhur etmiş muvakkat, geçici) dönemleridir.

Ahmet Refik’in hatıralarından ürkütücü satırlarla devam edelim o halde:

“İttihad’ın şekavetlerini tel’in eyleyen namuslu ve muhterem bir zât öldürüleceği zaman içlerinden bir zabit (subay), bu gaddarâne vazifeyi deruhte eder, cinayetin nerede ve nasıl ifâ edileceği tayin olunur, o mıntıkada polis de işten haberdar edilirdi..

Bedbaht adam, kalbi vatan endişesiyle müteessir, evine veya vazifesine giderken kâtil bir kurşunla yerlere serilirdi. Ertesi gün gazetelerde uzun uzadıya kâtilin izi aranır, bittâbi (haliyle) bir şey keşfetmek kâbil olamazdı. Hükûmetin ve zabıtanın (asker ve polislerin) yardımıyla yapılan bu cinayetler hep cezasız kalır, hiçbir ceza görmeyeceğine emin olan zabit de İttihat Fedâisi nâmıyla himâye olunurdu...

Sıkı durun dahası var... Devam edelim de gözleriniz faltaşı gibi açılsın:

Bu katiller içinde paşalığa ve mebusluğa bile çıkanlar vardı. Bu şerâit (şartlar) dahilinde mahpusları bekleyen İttihatçı jandarmalara, inzibâtı (asayişi) temine memur polislere, adaleti ifâya memur şahsiyetlere (adlî memurlara, müfettişlere), orduya, İttihatçı hûkkâma (hâkimlere) hiç kimseye itimat câiz olamazdı. İttihad haricinde yaşayan millet efradı (bireyleri) için hak, adalet, refah, saadet hiçbir şey mümkün değildi...”

Yukarıdaki ifadelerde “İttihat” yerine hakiki DÇ’yi koyun; belki en fazla yazarın eski lisana meraklı (benim gibi) bir muharrir olduğunu düşünürsünüz en fazla...

Bittâbi (haliyle) onları (çetecileri, derin komitacıları) sevenler de var.. Bizim bu basit, hülasa sözlerimize bile taaruz ediyorlar!

Biz ki öyle ahım şahım, şöhretşiâr-ı âlem «şöhreti cihanı tutmuş» bir yazar değiliz. Ama bilinmelidir ki onlar; tehditleriyle, istiskalleri* ve gizli yahut âşikâr küfürleriyle artık uzatmaları oynuyorlar..

Dedik ya, arızî dönem... İttihád ve Teraqqî komitası ile başladıkları maceranın sonu geldi. Artık Amerika’ya da güvenmesinler. Pek yakında zafer bizimdir...

Malûm, aydınlık karanlığın en koyu zamanından sonra gelir gün ağarırken yani... Türkiye de öyle. Artık gün ağarmak üzere. Muştular, müjdeler olsun.

* İstiskal: Ağır bulup hoşlanmadığını anlatmak. Soğuk muamele ederek, laf sokarak ve türlü hallerle sevmediğini bildirmek.. 04.09.2018