ENDİŞELİ ENTELLER

Ülkemizde belli bir kesim tarafından Türkiye’nin giderek “muhafazakârlaştığı” yönünde yorumlar yapılsa da gerçekte “sekülerleştiğini” yani dinden uzaklaştığını savunanların oranı da bir hayli fazla…

Küreselleşmenin uluslararası etkileşimi arttırması, toplumların yapısında değişim ve dönüşüm yaşanmasında etkili oldu.

Buna inanç temelli baktığımızda aidiyetlerin gevşediğini, inanç ve itikatların esnediğini, madde ile beraber mananın da küreselleşmiş olduğunu görüyoruz.

Gün geçtikçe geleneksel ve itikadi değerler erozyona uğruyor. Batılıların gayr-ı İslami âdetleri, seküler hayat tarzları daha çok benimsenir hâle geliyor.

Seküler yaşamın renkli ve cafcaflı dünyası küreselleşerek her toplumda gelenekleri aşındırıyor, toplumun itikadını, dini pratik ve değerlerini yok ediyor.

İslam âlemi kültürel emperyalizmle beraber, modernitenin ilerleyişi karşısında geleneklerin elden çıkması veya aşınması gibi bir tehlike ile karşı karşıya.

Batınının kendi lehine kurmuş olduğu dünya dengesi, İslam ülkelerinin bu dengeye entegresi, yeni düzen arayışlarına engel oluyor.

Türkiye’de İslam’ı kamusal alanda görünür ve etkin kılma 1990’lı yıllarda başlayıp günümüze kadar süren bir mücadele alanı oldu. Son yıllarda elde edilen kazanımlar dindar muhafazakâr çevrelerin gevşemesine sebep oldu.

Bunda, İslam’da zaman zaman hâkim olan eğilimlerin sonradan marjinalleşmesininde, Avrupa Birliği yolunda “batıya rağmen batılılaşma” politikası güden devletin de payı var.

Bugün güncel meselelerin analizinde ve tatbikinde dini önemseyen ve onun kâidelerine göre hareket eden insanların oranı bir hayli azaldı.

Artık Batı müziği dinleyen, Hollywood filmi izleyen bolca fast-food tüketen yeni birnesil geliyor. Hint müziği, Çin ve Japon mutfağı, Uzakdoğu gelenekleri bile ülkemizde revaçta. Budizm geleneği olan “yoga”nın dizi ve sinema filmlerinde bolca yer alması hatta “yoga” dersi veren merkezlerin açılması çok enteresan.

İslam dünyasının açmazı ve çıkmazı şu!

Bir tarafta “İslam’ı çağın değerleri ile sentezlemek isteyenler”…

Diğer tarafta “çağın değerlerini İslam ile sentezlemek isteyenler”…

Daha anlaşılır bir ifade ile: “İslam’ı çağa uydurmak mı?” yoksa; “Çağı İslam’a uydurmak mı?”

Çağın şeklini almak mı?

Çağa şeklimizi vermek mi?

Bizim modern dünyayı anlayan, doğrularını ve yanlışlarını kavrayan, dinin özünü ve muamelatına ait hükümleri içselleştiren, çağın cazibesini kendi değerleri ile donatan bir perspektif geliştirmemiz gerekiyor.

İslam’ın ilk 1000 yılı dünyanın en büyük medeniyetlerini inşa etmiş. Büyük âlimler, bilginler, düşünürler, devlet adamları, önemli medeniyet mimaralrı çıkarmış. Amerikalı Yahudi bir tarihçi “Eğer 1000 yılında Nobel ödülleri veriliyor olsaydı, hepsini Müslümanlar alırdı” diyor.

Böylesine görkemli bir dönem inşa eden İslam’ın “terakkiye mâni” olmadığını, sorunun İslam’da değil, Müslümanlar da olduğunu gösteriyor.

Bu gün İslam dünyasından neden değerleriyle donanımlı büyük bilim adamları, fizikçiler, matematikçiler, yazarlar, filozoflar çıkmıyor? Yaklaşık 200 yıldır Müslümanlara egemen olan “zihinsel durgunluğun” sebebi iyi analiz edilmeli…

Kalın Sağlıcakla…