Gençlik yıllarımda en merak ettiğim konulardan bir tanesi de mezheplerin ortaya çıkış nedenleri idi. Haricilerin ortaya çıkışının, Hazreti Ali efendimiz (r.a) ile Hazreti Muaviye (r.a) arasındaki anlaşmazlığın giderilmesi için ortaya konan hakem meselesinden; Şia’nın ortaya çıkışının, Hazreti Ali efendimizin hilafeti zamanındaki hariciler ile olan savaşlardan; Mu’tezile’nin ortaya çıkışının, Vasıl bin Ata’nın, Hazreti Hasan-ı Basrî ile olan itikadi meselelerde tartışması ile onun cemaatinden ayrılmasından kaynaklandığını öğrendim. Tabii diğer mezheplerin ortaya çıkışlarının da hep bir hikayesi vardı. Okuduğum mezhepler tarihini anlatan kitapların hiç birinin, Ehli Sünnet’in ortaya çıkış olayını anlattığını görmedim. Kendi kendime, Ehl-i Sünnet’in ortaya çıkmasını sağlayan olay nedir? diye sormaya başladım. Araştırma çabalarım boşuna idi. Çünkü böyle bir duruma sebep olan bir olay yoktu. O zaman Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat ismini kim vermişti bizlere?…

Zamanla anladım ki, Ehl-i Sünnet başlangıçta var olan ilk topluluğun adı idi. Bütün mezhepler, başlangıçtaki ilk toplumdan ayrılan daha küçük topluluklardan oluşmuştu. Bu nedenle her topluluğun, ilk topluluktan bir ayrılış nedeni vardı. İlk topluluğu biz ana akım, temel grup, ana topluluk olarak da isimlendirebiliriz. İlk topluluk ne zaman oluşmuştu? İlk topluluk peygamber efendimiz ile birlikte oluşmaya başlamıştı. İlk topluluk Mekke’de oluşmaya başlamıştı, Medine bölgesinde gelişimini tamamlamıştı. Ana akımı temsil eden ilk topluluk Peygamber Efendimiz’in (s.a.v. ) vefatı ile birlikte, Hazreti Ebu Bekir (r.a.) etrafında birleşerek, birlik ve beraberliklerini korudular. Tabii Medine çevresindeki bazı kabileler zekatı devlete vermeyelim, istediğimize verelim Medine toplumu bize karışmasın tepkisinde bulundular. Ana akım olan ilk topluluktan ayrılmak isteyenlere, Hazreti Ebu Bekir (r.a) savaş ile karşılık verdi. Zekat ismi ile toplanan verginin Medine ana akımı temsil eden topluma, yani devlete verilmemesi siyasi ayrılığın başlangıcı olacaktı. Merkezi toplum siyasi ayrılığa müsaade etmedi. Bu günkü kavramlar ile konuyu somutlaştıracak olursak, devlete vergi vermeyelim, devlet vergi ile ne yapacaksa biz onu kendimiz yapalım diyen bir ilin halkına merkezi devletin müdahale etmesine benziyordu, zekat vermeyenlere savaş ilan edilmesi olayı. Böylece ana akımdan yani ilk toplumdan ayrılma çabaları ilk denemede boşa çıkmış oluyordu.

İlk topluluğun, merkezin dışındaki toplumların siyasi ayrılık hareketlerini önleme tedbirleri Hazreti Ömer (r.a) zamanında da devam etti. İlk toplumun ileri gelenlerinin merkezin dışında yerleşmesine izin verilmedi. Çünkü merkezin dışında yerleşen sahabenin ileri gelen şahsiyetlerinin, merkezi toplumun dışında ayrı bir topluluk oluşturarak, merkezi otoritenin dışında ayrı bir siyasi güç merkezi oluşturma yollarının kapatılması hedeflenmişti. Siyasi güç, aynı düşünceleri paylaşan toplumların oluşturduğu bir olgudur. Yönetim sistemleri bugünkü manada gelişmemişti. Mahalli idareler kavramı yoktu. O zamanki insanların anlayışında, mahalli olarak güçlenen siyasi otoriteler, merkezi gücü ele geçirme amacına doğru yöneliyorlardı.

Hazreti Ömer (r.a) yönetimindeki ana akım toplumunun öncüleri siyasi birlikteliklerini korudular. Çünkü daha sonra ayrılık hareketlerinin gerekçe gösterdiği isimlerden olan Hazreti Osman (r.a) ve Hazreti Ali (r.a), vefat etmek üzere olan Hazreti Ömer tarafından, halife seçmekle görevlendirilen altı kişilik bir kurula seçilmişlerdi. Bu kurul Hazreti Osman’ı (r.a.) halife seçti. Hazreti Osman (r.a), Hazreti Ömer tarafın uygulanan, İlk toplumun ileri gelenlerinin merkezin dışında yerleşmesine izin verilmemesi yasağını kaldırdı. Sahabenin ileri gelenlerinden Medine dışına yerleşenler oldu. Örneğin, Hazreti Ali (r.a) arkadaşı Hazreti ibn-i Mesud ile birlikte, Bağdat’ın güneyindeki Kûfe’ye yerleşti. Zaman ilerlerken ülke genişliyordu, ikinci kuşak olan Tabiin de artık siyasi oluşumlarda, toplumu etkileme noktasında söz sahibi olacak yaşlara ilerliyordu. Ana akım olan ilk topluluğun nüfusu giderek büyüyor ve çevreye dağılıyordu. Peygamber Efendimiz’i hiç görmeyen Müslüman topluluklar, Peygamber Efendimiz’i gören sahabenin etrafında ders halkaları oluşturuyordu. Etrafından ders halkaları oluşturan Sahabeler ve Tabiin alimleri halk adına söz söylemekte kendilerinde daha fazla yetki buluyorlardı. Kur’an-ı Kerim yorumlarında, ibadetlerin yerine getirilişinde az çok farklı görüşlere sahip olan ana akımın ileri gelenleri siyasi birlikteliklerini koruyorlardı. Teferruattaki görüş ayrılıkları ayrı topluluk oluşturmaya kadar varmıyordu. Siyasi çatışmalar, siyasi şiddete dönüşmemişti. Ana akımı temsil eden ilk toplumdan ayrılarak yeni bir ad ile kendini tanımlayan topluluklar ortaya çıkmamıştı. Ehl-i kıble, kollara ayrılarak yeni alt topluluklar oluşturmamıştı.Ana akımı temsil eden topluluğun içinde, her konuda fikir birliği olmasa da, kendilerini yeni bir isim ile tanımlayacak kadar ayrışma da söz konusu değildi.