BİLİMLE EL ELE KALKINMA DAVASI

BİLİMLE EL ELE KALKINMA DAVASI

ABD emperyalizmi hiçbir ülkeyi kendi haline bırakmadı, bırakmıyor. İstemediği yönetimlerin çilesini de milletleri çekti, çekiyor. Niye? Bilim ve teknoloji gücü var elinde.Bakalım sağduyuyla yakın tarih sürecinde bize ettiklerine:

68 Kuşağı devrimci hareketinin önder gençleri, 6.filo askerlerini denize attı. Bu eylemle dalga dalga yayıldı hareket. 1971 muhtırası sonucunda da çoğu düştü zindanlara. Hayal kırıklığı yaşadılar ama propaganda ve eylemlerini inatla sürdürdüler. Adı dağa taşa yazılan solcu Karaoğlan’a sarıldılar sloganlarla. Onun Başbakanlığı iyice umut olmuştu hareketlerine ve meşhur 1974 Ecevit Affı yetişti imdatlarına. Devrimciler Anadolu’nun her yerine yayıldı bu afla. Vatan aşkını ve iman gücünü yüreğinde taşıyan ülkücüler de onlara karşı çıktı ama neyle? Şiddete şiddetle. Sonuç? Bu bahaneyle askerî darbe yaptırıldı 12 Eylül’de.

Oyun içinde oyunun acı sonunu yaşamıştık. Sürecin sonuna kadar herkes sanıyordu ki çekiç orağı bayrak yapan devrimcilerin ruhu, Sovyet Politbürosunun ajitprop faaliyetiyle çalındı. 2.Dünya Savaşı’na neden olan faşist liderlerin destekçisi İtalyan F.T.Marinetti’nin edebiyatına özenen Nazım Hikmet, gençleri kurşun eritmeye çağırıyordu; Büyük Doğu akımının kurucusu Necip Fazıl da Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya diye göğsü iman dolu ülkücüleri onlarla mücadeleye.

Tarihî süreçte iyice anlaşıldı ki oyunu hiç fark edememiş birbirine atıp tutan liderler. ABD, ülkücü gençliğe karşı gençlerimizin millî benliğimize yabancı sol ideolojiye yönelmesini sürekli şiddet sarmalıyla körüklüyordu ki ülke iç savaş noktasına gelsin ve bizim çocuklar dediği cuntası demokrasiyi çalıp vesayet altına alsın. 1981’de bu vesayet sezgisinin ağırlığıyla duygulanıp yazmıştım Cumhuriyet Öğretmeni şiirimi, TRT de kilip çekmişti, internette kayıtlı. Keşke siyasetçiler okusa da düşünse azıcık! Devrimcilik, halkların kardeşliği diye diye kan döken terör aktörleri de ABD emperyalizminin bukalemun oyunlarını fark edebilse artık!

Cunta antidemokratik Anayasasını yürürlüğü koyup 1983’te iktidarı Özal’a devredince ülkemiz dünyaya açılmış, ekonomik hamleler başlamıştı. Ama elin oğlu onun iktidarının daha birinci yılında(1984) ayrılıkçı hareket başlattı. Harekete haksızlık altyapısı üretmek için de cuntacıların yürüttüğü zulümleri kullanan bukalemun aktörler sürdü sahaya. Vurdu da vurdu yöre halkının vicdanına. 40 yıldır mücadele ettiğimiz terör son bulmadı gitti, hâlâ şehitler gelmeye devam ediyor. Ayrıca devlet içine sızdırdıkları teröre paralel İslamî değerler, iyilik, yardım maskeli kripto bir örgüt de fark edilince 15 Temmuz’a gelen süreci yaşattılar bize. Bugün artık anladık ki bilimle el ele kalkınma yoluna çıkamayalım diye silahlı terör örgütleriyle bu kripto örgüt iş birliği içindeymiş. Suriye karışınca da zaten iyot gibi açığa çıktı her şey, deşifre oldu. Tırlarca silah yardımıyla terör örgütünü sınırımıza konuşlandıran kim?

Derd-i bekamız var ey büyük milletim! Şifası ne? Bize diz çöktüremeyeceksiniz, ülkemizi asla bölemeyeceksiniz… gibi haykırışlarla şehitlerimize şükran ve minnet duygularımızı dillendirmek mi? Bunun, Erzurum’da üşürken “Kahrolsun soğuk!” diye bağırmaktan ne farkı var? Dünyaya model olması gereken manevî değerlerimizi, bilim ve teknolojiye kayıtsızlığımız yüzünden hiç etkili kılamadık, kılamıyoruz. Bağırıp çağırdıkça da ustaca yürütülen lobi ve terör faaliyetleriyle dünyaya yayılan islamafobi içine çekilip duruyoruz. Beyaz Tv yorumcusu Hüseyin Gülerce “Alman Wulf, İmamoğlu’nu ziyaret ediyor, niye? Osmanlının çöküş dönemlerindeki gibi baskı artıyor üzerimizde.” dedi. Sanki cumhuriyetin de çökme noktasına geldiğini mi ima ediyordu acaba? Düşünmeden edemedim doğrusu.

Aksakal meclisi geleneğimizle istişareler gerek! Özal’ın dünyaya açılma nedeni, yerli sanayicilerin kalitesiz mal üretmesinin önüne geçmekti. Bu dünya rekabeti, nisbeten yerli malların kalitesini de artırdı ama bugün hangi markamızla dünyaya açılabiliyoruz? Hristiyan Batı bloku dışındaki başta Japonya olmak üzere Güney Kore, Çin nasıl oluyor da iletişim teknolojisiyle üretim ekonomisi yolunda hızla ilerliyor? Onların da var mı derd-i bekası?

Doğru görelim gerçekleri. 2001 krizine gelene kadar milletçe hiç huzur görmediysek niye? Düşman tuzaklarına davetiye çıkarırcasına birbirimizle çekişmekten değil mi? 2002 iktidarından sonra halkın bir rahatlama dönemi başlamıştı. Kimse inkara kalkmasın: İMF’den kurtulduk, ekonomik yönden dar gelirli rahatlaması da oldu, imar inşa yatırımları arttı. Lakin Başkanın teşvikine rağmen bir yerli otomobil markasına dahi ulaşabilmiş değiliz. Savunma sanayimizde gelişme sağlayabildik bir nebze ama dünyayla rekabet gücü için yeterli mi bu?

Tarımda herkesi şoka uğratan gerileme oldu, ülke topraklarında yetişen ürünleri de ithal eder olduk. Artık orta direk de geçim derdinde, yoksul da devlet yardımıyla idare etmeye alıştı gidiyor. Hal böyleyken bilim teknoloji gücü üretme konusunda tartışmalar gündemde bile yok! Günlük olaylardan fırtına koparıp kutuplaştırıcı dille siyaset yürütülüyor hâlâ. Büyük şehirler oylarıyla sinyal verdi. Üretim yok! Beton şehirlere yığılıyor insanlar üst üste, çoğu yıkılma tehlikesi olan evlerde. Geçim derdinden kabız oluyor yürekler. Nasıl girilebilir o yüreklere?

Önce bayındırlık hizmetleri ve israfa dur deyip ekonomimizi rahatlatmalı sonra da Adalet ve Kalkınma Davasını, Bilimle El Ele Kalkınma Davasına dönüştürmeliyiz. Ayrılıkta yarar yok, yol arkadaşları istişare için bir araya!