İlkbaharda polen, yazda toz, sonbaharda yaprak, kışın da kar taneleri uçuşur havada.

İlkbaharda polen, yazda toz, sonbaharda yaprak, kışın da kar taneleri uçuşur havada. Ancak son yıllarda dört mevsim, on iki ay, yirmi dört saat durmaksızın ayakları yere değmeyen sorularla birlikte kan ve gözyaşı bulutları dolaşıyor havada. İster kabul edin ister etmeyin; ama kar’ın, polenini, yaprağın hatta sevimsiz de olsa tozun uçuşunu unutturdu bu serseri mayınlarla birlikte boşluğa asılan sorular.

O kadar çok soru var ki inanın hangisine öncelik tanıyacağına karar veremiyor insan. Hani bazen düşünüyorum ben de koyun olsam diyorum sonra takılsam bir keçinin peşine… Rahat eder miyim dersiniz. Şaka bir yana da rengi, deseni; boyu boyutu; üzgünü, öfkelisi; şiddetlisi, yere bakıp yürek yakanı; izdüşümü, parabol eğrilisi, beyazı, siyahı, pembelisi; göbeklisi, çelimsizi, uzun boylusu, boduru ile o kadar çok soru var ki ayakları yere değmeyen… Gelin isterseniz düşünen her insan gibi benim de hayallerimi üstünü çizen, rüyalarımı bölen, uykularımı kaçıran sorulardan bir kaçını sıralayayım:

Mesela; son iki yüz yıldır Türk- İslam coğrafyasının üzerine dolaşan insanımıza acıların en şiddetlisini tattıran kan acı ve gözyaşı yüklü bulutlar ne zaman semalarımızı terk edecek?

Mesela; Batı’nın petrol uğruna, yeşil dolar adına geliştirdikleri ve sahneledikleri Büyük Ortadoğu Projesi ve onun kapısını açan Arap Baharı ve mezhep çatışmalarının sonucunda bölünen parçalanan İslam ülkelerinin yöneticileri gözlerine takılan haçlı camlı ihanet gözlükleri ne zaman çıkaracak?

Ülkemiz dâhil gönül ve kültür coğrafyamızda hüküm süren zulme daha ne kadar göz yummak zorunda kalınacak?

Yedi iklim yetmiş renk, her boğumu bin ahenk şüheda bezeli bu topraklar, ne zamana kadar kahramanlarının yanı sıra hain de yetiştirmeye devam edecek?

İslam gibi yüce ve birleştirici bir dinin gölgesine sığınarak etnik ve mezhep kavgalarını körükleyenlerin; yüreklerini üç günlük dünya çıkarı için şeytana kiralayanların; kinin, kirin bulamacı ile yüzlerinin bir tarafını sıvayıp diğer tarafı ile insanlara şirin görünmeye çalışanların maskeleri ne zaman düşürülecek?

“Allah-u ekber”, diyerek Allah’ın yarattığı ve eşrefi mahlûkatın yaşama hakkını elinden alana, İslam dinine ve onun kitabı Kuran-ı Kerim’e göre en büyük günah işlediği gerçeği hangi akılla, hangi yöntemle ve nasıl anlatılacak?

İki yüz yılı aşkın bir süredir Yunan mitolojisini ve Hıristiyanlık öğretilerini esas alan ve her halükarda bünyemizle çatışan mevcut eğitim sistemi ne zaman terk edilecek ve İslam referanslı, bünyemize uygun bir kimlikle eğitimimize milli vasfı kazandırılacak? Bu ülkenin çocuklarını zekâlarına ve yeteneklerine göre değerlendiren bir eğitim sistemine ulaşmak hep hayal mi olacak?

Hırlı hırsızlardan, arsızlardan, küfürbazlardan; yüzsüzlerden, densizlerden bu necip ve masum millet ne zaman ve nasıl kurtulacak?

Hortlayan ve hortlatılan fitnenin hortumları ne zaman kesilecek?

Aşağılayıcı, tahrik edici, ötekileştirici nefret dilinden ne zaman vazgeçilecek?

Yalanın, riyanın, iftiranın kara kanatlarına tutunan kara vicdanlı kenelerin uçuşları daha ne kadar seyredilmekle kalınmayıp alkışlanacak?

Yolsuzluk, rüşvet, nüfuz ticareti, haksız kazanç gibi İslam’ın şiddetle karşı çıktığı toplumumuzu içten içe kemirerek yok eden olumsuzlukların karşısına dikilmek için daha ne kadar beklenecek?

Faize olan bu bağımlılık ne zamana kadar sürecek?

Karanlık gecede kara taşın altında geceleyen asgari ücretli iki ayaklı garibanların sırtlayarak getirdiği kara çavdarı, kara çavdar için harcanan emeğe banarak afiyetle yiyenlere yediklerinin haram lokma olduğu hangi dille ve ne zaman anlatılacak?

Ne zaman “ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” , diyen Mevlana’nın çizgisinde buluşulacak?

Ne zaman samimi olunacak? Samimi…