AYAKKABI FİYAKALI AMA ÇORAP DELİK

Film izlemesini pek sevmeyen biri olarak, birkaç gün önce “TV’de İlk” kuşağında “Bölük” adlı bir filme denk geldim ve bir bölümünü seyrettim.

Askerlik yapan herkese o günlerden bir şeyler hatırlatacak cinsten. Kimi zaman hüzne kimi zaman tebessüme sevk eden filmin, en komik sahnesi ise, sabahları askerleri zılgıt çekerek uyandıran bölük çavuşunun kafasına atılan malzemeler ve çıkardıkları sesler…

Hastayı güldürecek türden!

Asıl can alıcı nokta ise çeşitli vukuatlar işleyerek dört yıl askerliğini yakan askerin terhis edilme sahnesi…

Teskere alacağı sabah koğuşun bütün camlarını kırarak tekrar vukuat işleyen askere, arkadaşları sahip çıkıyor yine ceza almaması, terhis olmasına engel olmaması için komutanlara, camların rüzgâr nedeniyle kırıldığını söylüyorlar.

Çok sevdikleri, yaşça da kendilerinden büyük olan Ahmet abilerini, tezahüratlar eşliğinde nizamiyeye kadar getiren askerler çok mutludurlar.

Ahmet, arkadaşlarına dönerek “Sigarası olan var mı?” diye soruyor. Toplumda genel bir kanaat olan “Askerde dayak yemedim, sigara içmedim diyen yalan söyler” sözüne bir atıfta bulunmak istenmiş galiba… Tam çözemedim.

Sigara içtiği hiç görülmemiş Ahmet’e arkadaşları bir dal sigara uzatıyorlar. Cebinden çıkardığı fitilli çakmakla sigarasını yakan Ahmet bir fırt çekerek dumanını gökyüzüne üflüyor. Daha sonra yere atıp ayağıyla eziyor. Çakmağı da sigarayı veren askere hediye ediyor.

Arkadaşlarından helallik isteyen, yüzünü dört yıl önceki hayatına, sivil hayata dönen Ahmet, nizamiye önünde kan davalıları tarafından vurularak oracıkta can veriyor.

Yaşanan hadise bölüğün bağlı olduğu Paşaya arz edildiğinde, komutanın dilinden dökülen sözler yazının başında da izah ettiğim gibi can alıcı sözler. Bugünü özetler nitelikte.

Paşa yüzbaşıya dönerek “Dışarıdan imrenilecek bir ülkeyiz ancak içeride sürekli birbirimizle çatışma halindeyiz” diyerek konuşmasını şu sözle sonlandırıyor. “Ayakkabı fiyakalı ama çorap delik”

Biraz cahilane bir itiraf olacak ama bu sözü ilk defa duydum ve çok hoşuma gitti.

Aslında yazı yazmanın usulü, önce yazı yazılır sonra başlık atılır. Benim usulüm ise önce başlığı atar, sonra yazımı yazarım.

Her neyse!

Toplum olarak hem maddi hem manevi “Olduğumuz gibi görünememek, göründüğümüz gibi olamamak” sorunumuz da var. Gösterişi, şatafatı, cakayı, cilayı, çalımı, fiyakayı, şan, şöhret ve lüksü dolgu malzemesi ve makyaj malzemesi olarak kullanıyoruz.

Polyanacılık oynuyoruz. (iyimserlik oyunu)

Giderek dünyevileşen ve nesneleşen insan “yaşamak için yiyen” değil “yemek için yaşayan”, “yaşamak için tüketen” değil, “tüketmek için yaşayan” bir hale geldi.

Buna da fiyaka dendi!

Güce, iktidara, gösterişe, şan, şöhret ve makama tamah eden insan, bu yolda ihtiyaç duyacağı insanları tanıyor, onlara önem veriyor, gerisi umurunda değil.

Eleştirdiklerimize benzemeye başladık, akla karayı, madde ile manayı birbirine karıştırmaya başladık. Muhabbetin tadı yok. Dostluğun, arkadaşlığın ve kardeşliğin sadece kelime kavramı kaldı. Akrabalarla sadece kan bağımız kaldı.

Velhasıl!

Dış yüzü nâim içyüzü elim bir hayat yaşıyoruz.

Artık insanların makamına, mevkısine, altındaki jipine, oturduğu eve, banka hesabına, gayrimenkul sayısına itibar eder olduk.

Bireyselleşmenin ve emperyalist sistemin sunduğu cafcaflı hayatın keyfini çıkarmakla meşgulüz.

Ekonomik refah artarken insani ilişkiler zayıflıyor hatta kopuyor.

Orhan Veli’nin deyimiyle;

Ne atom bombası

Ne Londra konferansı

Bir elinde cımbız,

Bir elinde ayna;

Umurunda mı dünya!

Kalın Sağlıcakla…