İNSANLARIN iltifatlarını beklemek hizmet erbabı için büyük
bir noksanlık olsa gerek. Beklemeden gelenler de, mahzurdan
(sakıncadan) hâli olmaz. İltifat yerine dua edilse daha hayırlı
olur.
Madalyonun ters yüzü de var. Hakaret edenler de oluyor. Onları da
sineye çekmekten başka çare yok.
İnternet muhaberesi (yazışması) ahlakı genelde çok düşük ve bozuk.
Efendilik, nezaket, kibarlık, mürüvvet şişeleri taşa çalındı.
Okuduklarını anlamayanlar veya bayram haftası yazılınca sandal
tahtası okuyanlar da yok değil.
Müslüman kişinin söze veya yazıya selam ile başlaması gerekir. Çok
kimse bunu unutuyor veya hiç bilmiyor.
Eskiden inşa kitapları varmış, yazışmalar nasıl yapılır, anlatılır
öğretilirmiş.
Çocukluğumda eskiden kalma alışkanlıkla resmî dairelere,
mahkemelere, valilik ve kaymakamlıklara, müdürlüklere verilen
istidaların başına “…. Yüksek katına” başlığı konulurdu.
Saygı ifadeleri, hitap edilen kimseye bir şey kazandırmaz, hitap
edene konuşana yazana kazandırır.
Yaşça büyüğüne hürmet eden, aslında kendine hürmet etmiş, itibar ve
şeref kazanmış olur.
Başkasına küfür ve hakaret eden kendine etmiş olur. Kem söz kem
akçe sahibine aittir…
Nasıl tenkit ve itiraz ettiğini göreyim, senin ne mal olduğunu
söylerim…
İslam Osmanlı terbiyesi, edebi, ahlakı, görgüsü, nezaketi nereye
gitti?
Geçtiğimiz yıllarda “Kamutay” çatısı altında bile utanç verici
kavgalar edildi, yakası açılmadık küfürler savruldu.
Kamutay’da sin kefli, ulan ben senin anneni bilmem ne ederimli
küfürleşmeler olur mu? Zabıtlarda böyle küfürler (…..) şeklinde
yazılıyormuş. Böyle yapmakla mahallenin namusu kurtulur mu?
(Bana inanmayan internetten eski gazete haberlerini arasın…)
Tv’deki bazı açık oturumlarda berbat kavgalar, atışmalar
oluyor.
Geçtiğimiz yıllarda, seviyesiz tartışmalardan geçtim, bazen
tehlikeli tartaklaşmalar cereyan etmişti,
Birtakım kodamanlar: “Beyefendi, şöyle buyurdunuz ama o şöyle değil
böyledir. Kısaca arz edeyim…” üslubu ile niçin konuşamıyor?
Üslûb-i beyan aynıyla insan…
Sokak Türkçesi var, yüksek Türkçe var.
“Lan, geçen hafta hasta olduğunu söylediğin anan nasıl beeee!...”
demek başka “Geçen hafta hasta olduğunu söylediğiniz muhterem
valideniz hanımefendi nasıllar, iyi oldular mı?” diye sormak başka
şeydir. İki sorguda da mâna aynıdır, üslup değişiktir.
Bizimle aynı fikir ve görüşleri paylaşmayanları düşman görmek ne
büyük bir beyinsizlik.
Tartışma etiğinin nereye saklandığını bilen var mı?
İlm-i cedel üstadları, nerelerdesiniz?
Mücâmele mi, centilmenlik mi, o nereye hicret etti.
Ah mürüvvet!..
(İkinci yazı)
HALKIN BENZİ NİÇİN BU KADAR SOLUK?
YOĞURTLAR ilaç gibi, hiç yoğurda benzemiyor, bu yoğurtlara ne oldu?
Hakikî yoğurt ekşir, yapay yoğurtlar ekşimiyor. Gerçek yoğurt süt
ve maya ile yapılır. Bu zamane yoğurtlarının içinde neler var ki,
yoğurttan başka her şeye benziyor?
Zamane peynirleri de öyle. Peynire benziyor ama gerçek peynir
değil. Büyük bir peynir dükkânı sahibi, çay sohbetinde dostuna,
sattığım peynirlerden bir lokmasını bile evime götürmem demiş. O
“güzelim” peynirleri niçin çoluk çocuğuna yedirmiyor acaba?
İçlerinde neler var?
Sucuklar, sucuklar, sosisler… İçlerine D eti, YD eti, E eti, A eti,
K eti karıştırılıyormuş…
Ah ballar vah ballar… Çeşit çeşit ballar… İçinde hiç bal olmayan,
sadece bal aroması ve bal rengi boya bulunan ballar… Biraz bal, bol
bol şeker, mısır şurubu, glikoz olan karışık ballar… Beş kilosu 100
liraya bal al, bal kürü yap, gençleş, güzelleş… Bal bal bal…
Ah ekmekler, vah ekmekler… Beyaz, bembeyaz, en beyaz, beyaz üstü
beyaz ekmekler… Ah nerede o eski ekmekler… O da ekmek, bu da ekmek…
Halkın benzine bakınız, niçin bu kadar soluk, bu kadar
renksiz?..
Yumurtadan çıktıktan sonra otuz küsur gün içinde kocaman tavuk olan
civcivler… Kırkından önce kesilmezlerse çatlayıp ölüyorlarmış…
Kırmızı etlere, tavuk etlerine yüzde on beş su ilave eden cihazlar
varmış.
Eski sütlü kaymaklı vişneli İstanbul dondurmaları nelere
gittiler?
Fi tarihinde limonata limon suyu, limon kabuğu rendesi, şeker ve su
ile yapılırmış. O zamanlarda limon aroması icat edilmemişmiş.
Geçen gün aldığım simit niçin mideme oturdu?
Sızma zeytinyağının bu kadar ucuz olması mümkün değil? Bazı “süper
sızma zeytinyağları” niçin böyle ucuz? İşin içinde bir alavere
dalavere olmasın?
Margarinin içine tereyağı aroması konulunca tereyağına benziyormuş.
Görünüşü, rengi, kokusu, etiketi tereyağıymış ama kendisi
değilmiş.
Eski gerçek domatesler, yeni sun’î (yapay) domatesler…
Gıda sanayii kimyaları: Yüzlerce çeşit aroma, boya, koruyucu…
Hormonlar, kimyevî gübreler…
Eski bir masaldan bir cümle: Tavayı ocağa koydu, bir kaşık tereyağı
eritti, üzerine iki köy tavuğu yumurtası kırdı, esmer ekmekle
afiyetle yedi. İsterseniz bu cümleye bir ilave yapabiliriz: Yanında
köy yoğurdundan yapılmış nefis bir ayran içti…
Sun’î gıdalar ve yanlış beslenme soykırımı…
Halkın zehirlenmesine göz yumma suçu…
Bozuk sahte gıda ve meşrubat satanlara arada bir hamamın namusunu
kurtarmak kabilinden gülünç cezalar veriliyor.
Bu cezalar caydırıcı değil.
İçine şeker karıştırarak “Halis Muhlis Bal” markasıyla mı
satıyordu, yakalandıktan sonra markayı değiştirip işe devam ediyor.
Ar yılı değil, kâr yılıdır.
Nice ağır suç işleyenlerin tutuksuz yargılandığı bir devr-i
dilâradayız.
Kimyalı ve sağlıksız gıda ve meşrubat sanayii en fazla hizmeti
hastahane ve ilaç sektörüne yapıyor.
Şu heriflere Nobel vermeli. Yaptıkları cihazın büyük hunisinden D
eti, A eti, E eti, haram etler koyuyorlar, öbür tarafından nefis
dana eti çıkıyor.
Ballar, peynirler, yoğurtlar, sucuklar, meşrubat, yumurtalar,
tavuklar, ekmekler…
Gıda soykırımı, hastahaneler, emarlar, sonografiler, fonografiler,
monografiler tahliller...
Yahu, halkın rengi niçin bu kadar soluk? Niçin bu kadar çok
hastamız var? Niçin bu kadar fazla ilaç tüketiliyor?