20 YIL GEÇTİ…

Tam 20 yıl geçti “Post Modern” darbenin üzerinden…

Aslında 28 Şubat süreci 20 Aralık 1995’te yapılan genel seçimlerden Refah Partisi’nin birinci parti olması ile başlamıştı.

Önce Necmettin Erbakan’a hükümeti kurma görevi verdirilmemesi için çaba sarf edildi.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hükümeti kurma görevi vermesinin ardından bu kez olası hükümet senaryolarının engellenmesine hasredildi gayretler…

Erbakan’ın niyeti ANAP’la hükümet kurmaktan yanaydı.

Önemli mesafe de alınmıştı.

“Zinde güçler” engelledi.

Sonra Anayol denen, ANAP-DYP hükümeti kuruldu.

Güven oylaması Anayasa Mahkemesince geçersiz sayılınca düştü.

Bütün senaryo, Erbakan’a hükümet kurdurmamaya yönelikti.

Oyunu Tansu Çiller bozdu.

Dönüşümlü başbakanlık modeliyle Refahyol diye anılan RP-DYP hükümeti kuruldu.

İlk başbakan, sandıktan en çok oy olan RP’nin genel başkanı Erbakan olacak daha sonra görevi Tansu Çiller’e devredecekti.

Erbakan’ın başbakan olması birilerinin içine sinmedi.

Başarısız olmasını bekledikleri hükümetin, getirdiği havuz sistemiyle ekonomide önemli iyileştirmeler yapması işlerine gelmedi.

İslam ülkeleri ile kurulan olumlu ilişkiler rahatsızlığı artırdı.

Erbakan’ın Libya seyahati bardağı taşırdı, Kaddafi’nin çadır kabulündeki densizlikleri Erbakan’a mal edildi, vatana ihanet suçu işlenmiş gibi takdim edildi.

Her icraat irtica olarak nitelendi.

“Post modern muhtıra” 1997’nin 28 Şubatında verilmişti ama aslında asker kaynaklı mesajlar yaklaşık bir yıl önce başlamıştı.

Jandarma Genel Komutanlığı 15 Şubat 1996’da askeri birliklerdeki ibadet yerlerinin kullanımı ile ilgili bir genelge yayınlamış, rütbeli personelin mescitlere girmesini, hoparlörle ezan okunmasını namaz kıldıranların imamlara özgü kıyafet giymelerini yasaklamıştı.

Bu genelgeye yönelik eleştirilere TSK’dan sert tepki geldi.

“Üst rütbeli bir general”in verdiği demeç, aslında ilk sözlü muhtıra gibiydi:

“Halkımızın yüce dini duygularını sömürerek bunun ticaretini yapanlar, kendilerine ikbal sağlayanlar, hatta bu sömürüden zengin olanlar, sadece medya için secdeye kapanan sahte dindarların Türk Silahlı Kuvvetlerine dil uzatmaları doğaldır.”

Tepkiler üzerine Genelkurmay tarafından böyle resmi bir demeç verilmediği yolundaki açıklama ise itiraf niteliğindeydi:

“Son derece güzel ifade edilmiş, aslında tüm TSK mensuplarının hislerine tercüman olan bir açıklama…”

Ramazan ayında insanların inançları ile alay eden yayınlar yapıldı, yaptırıldı.

Cüppeli sarıklı asalı Aczimendiler türetildi…

Kalkancılar, Fadimeler piyasaya sürülerek Müslümanları itibarsızlaştırma senaryoları sahneye kondu.

Kutlu doğum haftası merasimleri, Kudüs toplantıları şeriatçı ayaklanma sayıldı.

4 Şubat’ta Zırhlı Birliklerden çıkan tankların Sincan gösterisiyle iktidara gözdağı verilmeye çalışıldı.

Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir sahneye çıkmış, “balans ayarı yaptık” diyordu.

Nihayet 28 Şubat’ta toplanan MGK’da “irticayı önlemeye yönelik tedbirler” adı altında bir metin dayatıldı Başbakan Erbakan’ın önüne…

Erbakan’ı inanç ve idealleri ile imtihana tabi tutuyorlardı.

Sıkışan Erbakan “havada yakıt ikmali” ile Başbakanlığı Tansu Çiller’e devretmek için istifa etti ama evdeki hesap çarşıya uymadı.

Cumhurbaşkanı Demirel Çiller’e hükümeti kurma görevi vermediği gibi, DYP’den art arda istifalar geldi.

Hüsamettin Cindoruk ve arkadaşları ayrı bir parti kurdular.

Mesut Yılmaz başkanlığında Anasol-D olarak adlandırılan koalisyon hükümeti kurduruldu.

Asker doğrudan yönetime el koymamış, ancak dolaylı biçimde siyasete müdahale ile sandığın tercihini tersine çevirmişti.

28 Şubatın öne çıkan ismi Çevik Bir kaynaklı manşet aslında olayı özetlemişti:

“Bu kez silahsız kuvvetler çözsün”

Gelişmeler hep o çerçevede oldu.

Çankaya, güdümlü siyaset, medya, yargı yazılan senaryoyu sahneye koydular.

Sözde bin yıl devam edecekti.

Ama 10 yıl bile sürmedi.

2001 yılında halk yepyeni bir parti olmasına rağmen AK Partiyi iktidara getirerek tüm oyunu bozdu.

20 yıl sonra 28 Şubat’ın dolaylı destekçileri 15 Temmuz’da düpedüz darbeye kalkıştılar.

Post modern değil, ilkel ve iğrenç bir darbeye.

Ama yine sert kayaya tosladılar:

Millete…