Hilal Yurdakul/İstiklal.com.tr

Edindiğimiz her kitap, yazarın muhayyilesindeki kelimeler yazıya döküldükten sonra ve metin okuyucuyla buluşmadan hemen önce başka bir göze, otoriteye ihtiyaç duyar. Kitaba dışarıdan bakan ve ona dilediği gibi ruh üfleme hakkını elinde bulunduran bu gözler, aslında okuduğumuz kitapların gizli kahramanlarıdır.

Metnin hedef kitlesi olan okuyucu, genellikle kitabın olağan büyüsünü yazara atfeder. İyi bir okuyucu ise metnin yarattığı etkide editörün de payı olduğunu bilir.

Hamdi Akyol, yirmi yıldan fazla süredir okuduğumuz pek çok kitaba ruh üfleyen o gizli kahramanlardan biri…

Ne dersiniz Sayın Akyol, mesleğiniz olan editörlüğü tarif ederken mübalağa ettiğimi düşünüyor musunuz? Siz editörlüğü nasıl tanımlıyorsunuz?

Tanımda mübalağa yok. Her basılı kitap, öyle ya da böyle, az veya çok mutlaka bir editörün dokunuşuna ihtiyaç duyar. Ya da en azından bu bir gerekliliktir. Editörlük ve özelde kitap editörü, basit ve en yalın haliyle "yazılı bir metnin, kitap formunda, en sağlıklı içerikle okura ulaşmasını temin eden insan"dır. Bu yazılı metin birisinin telif çalışması da olabilir; editör tarafından siparişle yazdırılmış da olabilir; editör tarafından tercüme ettirilmiş yabancı dilde bir eser de olabilir; editörün bizzat kendisinin ortaya çıkardığı bir metin de olabilir. Ülkemizde editörün ayrıca yayıncı, okur ve yazar arasında köprü görevi gördüğünü de söyleyebiliriz.

Metindeki bilgi yanlışını düzeltmek editörün işi midir? Eğer öyleyse bu çok yorucu değil mi?

Metindeki bilgi yanlışlarını düzeltmek editörün işi olmak bir yana, birinci görevidir. Yazarın yazdığı bilgi güncelliğini yitirmiş olabilir veya aldığı kaynak hatalıdır veya yazar farkında olmadan yanlış aktarmış olabilir. Burada dikkat edilecek husus, yazarı hayatta olan bir eserle yazarı ölmüş bir eser arasında fark vardır. Güncel eserde bilgiyi düzeltir, yazara da iletirsiniz. Ancak daha önce yayınlanmış, yazarı hayatta olmayan bir eserde yapmanız gereken, bir dipnot ile yazarın hatasına işaret etmektir. Örneğin yazar 'Cumhuriyet 1925 yılında ilan edildi' demişse, bir not ile bu bilginin hatalı olduğu belirtilmelidir. Bu iş kimi zaman yorucu olmakla birlikte hem gereklidir ve hem de işini severek yapan bir editör için tarihe kayıt düşmektir. Kendi tecrübelerimden bir örnek vereyim: 1912 yılındaki Balkan Savaşı öncesine ilişkin birçok kaynakta Meclis'teki bir oturumda, dışişleri bakanının 'Balkanlarda bir savaş çıkmayacağına adım gibi eminim' dediği aktarılmıştır. Düzeltmelerini yaptığım bir kitapta bu yine karşıma çıkınca, teyit etmek amacıyla meclis zabıtlarına ulaştım ve o celseyi satır satır okudum. O sözün öyle değil, başka türlü olduğunu, bu anlama gelebilecek bir konuşma bulunmadığını ortaya çıkardım. Böylece, 'Osmanlı savaş çıkacağına inanmadığı için tedbir almadı' yanılgısına bir set çekmiş oldum. Bu da tarihî analizlerde yeni bir bakış ortaya konulması zorunluluğunu beraberinde getirdi. Bu az bir şey değil…

Çocukken de kelimelere, anlama ve yazın alanına merakınız var mıydı? Yok ise bu ilgi sizde nasıl oluştu?

Mecburen editörlük yapan yoktur. Sanmıyorum öyle bir insan olduğunu. Bu işin başlangıcı için yaş sınırı çizmek istemiyorum ama yazıyla, kitapla çok küçük yaşlardan itibaren haşır neşir olmayan birinin bu meslek için uygun olduğu kanaatinde değilim. Ben de çok çok küçük yaşlardan itibaren deli gibi kitap okuyan biri olarak kendimi sonunda yayın dünyasının içinde buldum.

İmla kuralları hakkında Türk Dil Kurumuyla farklı düşündüğünüz oluyor mu? Yeşil zeytin ve siyah zeytin konusunda ne düşünüyorsunuz?

Türk Dil Kurumu, adı üstünde, bir resmi kurum. Manipülasyona açık. Tutucu bir kurum ve henüz su akarken şekil vermeye çalışıyor. Halbuki bıraksa, o su akacak ve kendi şeklini alacak. Dilde bir birlik oluşturayım, kurallar olsun derken, çoğu hususta kaosa sebebiyet veriyor. Bahsettiğiniz zeytinli örnek de bunlardan biri. Sadece Türkçe değil, yabancı dilden dilimize girmiş kelimelerin yazımları hususunda da katı yaklaşımları var. Komik bir örnek vereyim: 'Hafif, atıştırmalık yiyecek' anlamında Fransızcadan dilimize girmiş bir kelime vardır. Bunu biz aperatif veya aperetif olarak telaffuz ederiz. TDK sık sık yaptığı uyarılarda 'bu kelime aperitif' diye altını çiziyor. Halbuki Türk halkının gırtlağı, hançeresi, söyleme kolaylığı sebebiyle kelimeyi aperitif olarak kullanan hiç kimse yoktur. Arapça 'iştiha' kelimesini 'iştah'a dönüştürmüş, Farsça 'Bağçeban' kelimesini 'bahçıvan'a dönüştürmüş olan bu millet, elin Fransızın kelimesini niye onlar gibi söylemek için kendini kassın ki?

Düzeltmesini yaptığınız kitaplar arasında hiç 'keşke ben yazsaydım' dediğiniz oldu mu?

Hayır, hiç olmadı.

Editör-yazar uyumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Pişmanlıkla hatırladığınız editörlük deneyimleriniz oldu mu?

Elbette bazı yazarlar 'gassal önünde meyyit' misali iken bazıları epey zorluyor. Ama bu da işin doğası ve doğal bir sonucu. Editör sadece bilgiyi, belgeyi düzelten kişi değildir. Konumu itibariyle (TDK itibarıyla diyor) insan idare etmeyi de bilmesi gereken kişidir. Her yazarın huyuna, suyuna göre tavır alıp bir eserin en doğru şekilde neşredilmesini temin etmek gerekiyor.

Biliyoruz ki popüler yayınevlerinden çıkan kitaplarda bile imla hataları olabiliyor, peki siz kitap okurken bu hatalara takılıyor musunuz?

Sonuçta insan odaklı bir iş ve bizim de gözümüzden kaçanlar olabiliyor. Burada ölçü, okuru rahatsız edecek şiddet ve miktarda olmaması. Ciddi yayıncıların eserlerinde rahatsız edici miktarda imla hatası nadirattandır sanırım.

'Editör, Mütercim ve kafasına esince yazan biri' olmak sizi mutlu etti mi? 'Keşke farklı bir alana yönelseydim' dediğiniz oluyor mu?

Evet, mutlu etti. Asla keşke demiyorum. İşimi seviyorum. Kendimi bu işe vakfetmiş olmaktan dolayı hiçbir pişmanlığım yok.

Editörlük yapmak isteyenler için açılan ve birkaç ayda tamamlanan kurslar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Editörlük bir tecrübe işi. Tıpkı araç kullanmak gibi. Sürücü hocasının size öğreteceği birkaç nokta vardır. Gaz, debriyaj, fren, vites. Sinyaller, ışıklar, bazı temel kurallar. Bundan sonrası kullanıcının işi. Zaman içinde odaklanarak iyi bir sürücü olmaya çabalamalı. Editörlük de böyle; dikkat, odaklanma, zaman… Kurslar bunu sağlamaz. Ancak egzersizlerle nerelere odaklanması gerektiğine ilişkin tüyolar verebilir. Böylece en azından bu işe başladığında sudan çıkmış balık gibi hissetmez kendini müstakbel editör.

Nasıl editör olunur? Editörlük yapmak isteyenlere bu yolda tavsiyeleriniz nelerdir?

Editör olmayı çok isteyen, mutlaka bir yolunu bulur. Bunun bir okulu yok. İyi ilişkiler kurarak, sektöre yönelik çalışmalar yaparak atılacak adımlar, eğer ikna edici olursa insanı editörlüğe kadar götürebilir.

Bildiğim kadarıyla editörlük, çevirmenlik gibi yazın alanlarında kazanılan meblağlar, verilen emeği karşılamıyor. Bu mesleğe yönelen ve maddi kaygı güden insanlara ne söylemek istersiniz?

Hem çok para kazanayım hem de editörlük yapayım diye düşünenler varsa şimdiden karar versinler, çünkü bu işte maalesef ülkemizde yüksek kazançlar yok. Ancak ek işlerle filan çıta yükselebiliyor. Mukadderat…

HAMDİ AKYOL KİMDİR?

Hamdi Akyol, 1971 İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim bölümünde okudu. Grafik tasarımcı olarak dahil olduğu İz Yayıncılık bünyesinde 25 yıla yakın editörlük yaptı. Birçok gazete ve dergi için sinema, müzik, kitap eleştirileri yazdı. TV ve sinema sektörü için sayısız tercümeye imza atmıştır. Hale Kapı Yayınları'nda editör olarak görev yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.