Bizden önce, sayısını Allah’tan başkasının bilmediği kadar insanın ayrılıp gitmek zorunda kaldığı bir dünyada yaşıyoruz. Ölüp gittiler. Ebedi kalan olmadı. İyiler ve kötüler herkes gitti. Gittikleri yerde ebedi kalmak üzere terk ettiler buraları. Dünyada ebedilik olmadığının en büyük belgesi, dünyanın faniliğidir. Dünya ve içindeki her şey fani! O kadar fani ki, göz açıp kapatmak kadar kısa bir zaman kalınıyor buralarda adeta.

Dünyanın fani olduğu, içindekilerle beraber onun da bir sona doğru hızlı bir şekilde gittiği gerçeği Allah Teâlâ’nın kitabında bize haber verdiği bilgilerdendir. İman edenler için bir sorun olmaması gerekiyor. Aldanılacak, tuzağa düşülecek bir durum yoktur; Kur’an’a iman ettik, verdiği bütün bilgilerin tartışmasız doğrular olduğuna kesin inandık.

O da, üzerinde yaşadığımız, damarlarımıza sinmiş şu dünyanın insan gibi geçici olduğunu, bir imtihan sistemi yürüsün diye cazip hale getirildiğini bize bildirmişti. Kur’an’ın bize dünyayı tanıttığı ayetlerini namazda, mezarda, her yerde okuduk, dinledik. Aslında iman etmekle, bilgi düzeyinde de olsa rahat etmiş olmamız gerekiyordu.

Kaldı ki, elimizde Kur’an gibi bir belge olmasa dahi, üzerinde bulunduğumuz dünyanın inkıraza doğru hızlı bir şekilde gittiği gün gibi aşikârdır. Havası bozuldu, suyu tükendi artık. İçindekileri doyurmakta zorlanır oldu. Ozonu delindi, dağları devrildi. Tam Allah Teâlâ’nın tarif ettiği gibi çıktı. Ona dayananlar ortada kaldı. Vefasız, sebatsız bir dünya olduğu görüldü.

Cennet gibi ebedi ve dertsiz bir diyarı bırakıp da dünyanın çekiciliğine aldananlar ebedi bir hüsranda kaldılar.
Dünya erimeye yüz tuttuğu gibi, peşine takılanları da eritti.

Biz gözümüzü yumup, dünyanın yok oluşunu görmezden gelsek de kati gerçek ortada; dünyanın günleri sayılı, zamanı kısıtlı. Çöktü çökecek halde bir dünyaya bel bağlayanlar onun çökmesiyle beraber çökeceklerdir. Kur’an’a kulak verip hakikati kabul etmek zorundayız. Kur’an bizi ebedi olana, kusursuz ve zararsız olana davet ediyor.

Dünyanın da bir ömrü bulunduğunu ve o ömrünün önemli bir bölümünün geride kaldığını, geriye kalan kısmının çok az olduğunu din bildirdi, akıl anladı, göz de görüyor zaten. Buna rağmen şeytan dikkatimizi dağıtarak bizi boş işlerle meşgul edebilmektedir. Basiretimiz ve imanımız bizi uyanık olmaya teşvik etmelidir. Ömrü bitmek üzere olan bir dünyaya ebedi kalacakmış gibi davranmak ciddi bir aldanıştır. Biz bu trene geç binmiş olabiliriz. Tren binlerce senedir yol alıyor; istasyonuna yaklaşmaktadır.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin haber verdiği kıyamet vaktinin yaklaşması ile ilgili bilgiler, ajandamızda yazılı durmalı, ev gündemimizde, iş yeri konuşmalarımızda yer almalıdır. Biz görmüyor olsak bile çevremiz alâmetlerle doludur. Alâmetler öyle kuşattı ki bizi, yaşamaya dair önümüzde duran şeyler bile sonu göstermektedir.

Şu kesindir: Bu âlemde biz, sona baştan daha yakınız. Kendi özel hayatımızda da sona baştan daha yakınız, üzerinde bulunduğumuz dünyanın ömrü açısından da sona baştan daha yakınız.

Sonu gösteren işaretler ise, ormanda yürürken, insanın yüzüne gözüne batan çalı çırpı gibi gözümüze batmaktadır. Görmemenin bir anlamı yoktur.

Dünyanın ömrünün kısalması veya uzaması Rabbine hesap verme durumunda olan insan için bir şeyi değiştirmemektedir. Önemli olan, bizim içinde bulunduğumuz anı değerlendirmemizdir. Biz içinde bulunduğumuz anda Rabbimizin rızasına nail olduysak, dünyanın başında olmamızla sonunda olmamız arasında fark olmayacaktır.

Aynı şekilde, Rabbimizin rızasından uzak bir iş yüzünden hüsrana uğradıysak, Peygamber aleyhisselam zamanında yaşamanın ne yararı olacaktır. Zamanın iyiliği veya kötülüğü bizi etkilemeden kulluğumuzun gereğini yapmak durumundayız.

Kıyamet vaktinin yakın olması bize tedbirli olmamız gereken yeni zor alanlar açacağı gibi onun mukabilinde imtihan dengeleri açısından bazı kolaylıklar da getirecektir. Çünkü Allah Teâlâ’nın ilk kuluyla son kuluna uygun gördüğü imtihan aslında aynıdır. Biz nesnelerin şekline, zamanına bakarak kendi kendimize yorum yapmaya kalkarak adaleti temin edemeyiz. Allah Teâlâ tam bir adaletle bütün kulları için imtihan meydanını kurmuştur. Bizim zamanımıza rastlayan dönemin ne fazlası vardır ne eksiği! İşimize bakmak, tedbirimizi almak bizim görevimizdir.

Bildik de ne oldu!

Bilgi çağındayız. Dinimize ait bilgiler eski çağlara göre çok daha hızlı yayılmakta, kitaplar elden ele dolaşmaktadır. Bazı sahabilerden daha fazla bilgi sahibi olduğumuzu bile iddia edebiliriz. Bilen çok, ama bildiğinin gereğini yapan aranmaktadır.

Bir Müslüman’ın kıyamet alametlerini bilmesinin, sade bir bilgi olarak kaldığında herhangi bir faydasından söz etmek mümkün değildir. Filan olayın kıyamet alametleri arasında yer aldığını bilene bir sevap vaat edilmiş olmadığı gibi, dolapta bekleyen reçetenin hastaya yararı olmadığı gibi, o alameti bilen de alametin getireceği kötü sonuçtan kurtulmuş olmayacaktır.

Bize bu alametlerden söz edilmesi, ikaz niteliğindedir. İbret almamız içindir. Mesela: Kıyamete yakın zinanın yayılacağına dair bilgi, sık sık ‘eyvaah!’ demeye teşvik için değildir; bu bilgi bize ulaştırıldı ise kendimizi o tehlikeye karşı korumak, tehlikenin oluşmaması için tedbir almak içindir. Aksi takdirde Müslümanlar’ın aralarında dersler yapıp, kıyametten önce meydana gelecek ön işaret niteliğindeki gelişmeleri bir tür film izler gibi izlemeleri oyalanmaktan başka bir şey değildir.

Tehlikeler:

Müslüman için böyle zamanlarda tehlike iki şeyin etrafında döner:

Şüpheler ve şehvetler.

Dinden, dine ait bilgilerden, uygulamalardan şüphe etmek, şüphe sonucu doğuracak düşüncelere kaymak sözünü ettiğimiz tehlikenin ta kendisidir. Hakla batıl arasında fark göremez hale gelmek, Kur’an başta olmak üzere İslam’a ait değerlere verilen emeği boş veya zamansız gibi anlamak şüphenin doğurduğu sonuçlardandır. Müslüman insanın ilk çocukluk günlerindeki iman berraklığını yitirmesi bu göstergedendir.

Haramlara düşmek, faiz ve zinaya kaymak, alkole bulaşmak, anne baba hukukuna riayetsizlik, zulüm çeşitlerinden birini irtikâp etmek, malda helallik hassasiyetini yitirmek, evlatların zayi olmasına karşı yetersiz kalmak fitnenin şehvetler bölümünü oluşturur.

Dünyanın sonu yaklaştıkça, iman etrafında oluşacak tehlikeler bizi ya şehvetlerimizden kapacaktır ya da beynimizde oluşacak şüphelerden kapacaktır. İki durumda da mü’min tehlikededir.

Haram yemek ve o yemede mahzur görmemek bir örnektir.

Başka bir örnek de İslam’ın küfür engelini aşıp hükümran olamayacağını düşünmektir.

İki tehlike de ölümcüldür. Kâfirlerin ordularıyla gelip, Kâ’be’yi yıkmasını beklemeye gerek yoktur. Kâ’be’ye yönelen mü’minin kalbindeki heyecanı, hasreti ve Allah korkusunu zedeledikten sonra, Kâ’be’nin kendisi kalmış, ona yönelecek yüzler kararmış demektir.

Kâ’be’ye gelecek bir hasarı tehlikeli görüp de ona yönelecek mü’minin akidesine gelecek zararı tehlikeli görememek, anlaşılması zor bir gaflettir.

Allah’ın vaadinin hak olduğuna inandığını düşünen ama dininin geleceğini tehlikede gören mü’min, cennete-cehenneme inandığını zannederek kendini aldatmış olmuyor mu?

Allah Teâlâ, ilk iman eden nesli Ebu Cehillerle sınamayı diledi. O dönemin mü’minleri şirkin azılı liderleri karşısında büyük bir mücadele verdiler. Kazananlar oldu, kaybedenler oldu. Sonraki nesiller için farklı imtihan alanları yarattı Allah. Kimi zenginlikle kimi fakirlikle imtihan gördü. Kiminin yurdu işgal edildi. Kimini salgın hastalıklar yordu. Ama herkes bir tür imtihan muhakkak gördü.

Vaktin sonuna rastlayanların karşılaşacakları imtihan konularını sevgili Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz önceden bildirdi. Ashaptan itibaren, dinini dert edinenler bu bilgilere kulak verdiler. Allah korkusuyla dolu günler yaşadılar. Hâlbuki yakın zamana kadar, bugün bizi ürküten pek çok olay ortaya çıkmamıştı. Buna rağmen tedbirli oldular, uykuları kaçtı.

Bugün, kulağımızla duyup, gözümüzle görmeye başladık bu olayları. Ne yazık ki, görmeden tedbir alanlar kadar ilgilenemedik. Zinanın yayılmasına anlam veremedik. Fitneyi kavrayamama fitnesi bizi kuşattı.

Zinanın, alkolün, haramlardan bir haramın yaygınlaşmasına, insan ölümlerinin artmasına bizimle ilgisi kadar ilgi gösterdik. Aslında her biri tek başına tehlike sinyali anlamına gelen uyarılara dikkat eksikliğimiz, bir zaman sonra bizi de onların içine attı. Haramları, cinayetleri doğal görür olduk.
Tehlike kapımızı çalıyordu, gözümüze batmaya başladı.

Tehlikenin yakınında dolaşa dolaşa onu tehlike görmez duruma geldik. Kan tutmaz oldu bizi. Bizi kesecek bıçağı bilemekte bir sakınca görmedik.

Savunmamız

1. Dua bir savunmadır; hususi dua vakitleri tahsis etmek, edebiyatını değil kendini yapmak savunmadır.
2. Şeriat ilimlerine önem vermek, ilmi fantezilikten çıkarıp cihad olarak görmek, öğrenmek, öğrenilenle amel etmek savunmadır.
3. İbadete ciddi bir şekilde sarılmak, ihlastan ayrılmamak savunmadır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Fitne zamanında ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir.’ buyurmaktadır. (Müslim, Fiten, 26; Tirmizi, 2201)
4. Böyle zamanlarda ahirete iman anlayışını sürekli canlı tutmak çok önemli bir savunmadır. Çünkü dünyaya meyil, dünyevileşme, ahirete imanın zayıflamasının sonucudur. Ahiret korkusu, cennet umudu yükseldikçe iman güçlenir, sahibini korur.
5. Kesinlikle bir davet, tebliğ faaliyetinde bulunulmalıdır. Ev, iş, cami üçgeni; ev, iş, cami, dinimize hizmet şeklinde dörtlenmelidir.
6. Fitneler, tehlike olarak görülmeli; ama içe kapanmaya neden olmamalıdır. Zamanımızın imtihanı budur, denerek imtihanda muvaffak olunmaya çalışılmalıdır.

Hazırlıklı bulunmak gerekiyor. Tamamından korunamayan, en asgariye indirebileceği bir yol izlemelidir. Tehlikeye karşı, üzerimize düşeni yaptığımızdan emin olmalıyız. Araştırmak zorundayız.

Fitne dönemi, insanların Müslüman olarak akşamlayıp, kâfir olarak sabahlayacakları, Müslüman olarak sabahlayıp, kâfir olarak akşamlayacakları günlere denmektedir. (Müslim, İman, 51 (309) Mesele imanı korumak meselesidir.

Dünya nimetleri etrafında seviye düşüklüğü, nimetlere tapınır hale gelme fitne döneminin temel karakteridir. Tirmizî’nin rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Dünyada alçak oğlu alçaklar en mutlu kimseler haline gelmedikçe kıyamet kopmaz.’ (Fiten, 37; 2209)

Bu da gösteriyor ki, kıyamete doğru, insani yönleri kaybolmuş, insanlığın dertlerine karşı ilgisiz, soysuz kimseler ipleri ellerinde tutacaklarından, kedersiz olacaklardır. Kıyametin yaklaşması gereği düşen insanlık seviyesi onları ilgilendirmeyecektir. Mü’min ise, tavrı belli kimsedir; her hâlükârda iman ve insanlık seviyesini koruma mücadelesi içindedir.