Almanya’ya Türk göçü, göç hareketlerinin sonucu hesaplanamayan açık süreçler olduğuna iyi bir örnektir. Söz konusu göç, farklı geçmişlere, kültürlere, dinlere ve yaşam tarzlarına sahip insanları bir araya getirerek, her iki toplumun da dönüşümüne katkı sağlamıştır.

(…bir önceki köşe yazımın devamı) Almanya'ya Türk göçü, göç hareketlerinin sonucu hesaplanamayan açık süreçler olduğuna iyi bir örnektir. Söz konusu göç, farklı geçmişlere, kültürlere, dinlere ve yaşam tarzlarına sahip insanları bir araya getirerek, her iki toplumun da dönüşümüne katkı sağlamıştır. Tabii ki, Türklerin entegrasyonu, yani Almanya toplumuna dahil olma ve katılım sürecine kültürel yanlış anlamalar ve zaman zaman da gerginlikler eşlik etti. Ancak günümüzde Türkiye kökenlilerle Almanlar, tüm sorun ve gerilimlere rağmen, medyada ve siyaset dünyasındaki temel varsayımın tersine oldukça iyi bir ilişki ve karşılıklı etkileşim içindedirler. Türk göçmenler, Almanya toplumunun bir parçası haline geldiler; sosyal hayatın her alanına da katılıyorlar. Burada aile kurdular, iş-güç sahibi oldular ve hatta işveren olarak binlerce kişiye istihdam sağlıyorlar ve siyasi karar alma süreçlerine, yavaş da olsa, dahil oluyorlar.

Göç sürecinden sadece Almanya ve göçmenler değil, Türkiye de kazançlı çıktı. Örneğin, Türkiye kökenlilerin Almanya'dan Türkiye'ye para havaleleri 1980'lere kadar ülkenin toplam döviz gelirinin önemli bir bölümünü oluşturuyordu. Türkiye, döviz açığının azımsanmayacak bir bölümünü göçmenlerin tasarruf ve havalelerinden sağlıyordu. Bundan başka Türk göçmen işçileri, tüketim ve yatırım amaçlı (emlak alımları) harcamaları ile Türkiye ekonomisine ciddi katkıda bulunuyorlardı

Almanya'daki Türkiye kökenliler, geride kalan neredeyse 60 yıllık zaman içinde sosyal, kültürel, siyasi ve daha birçok bakımdan önemli bir değişim ve dönüşüm geçirdiler. Bir kısmı, topluma uyum sağlayarak sosyal, iktisadi ve kültürel olarak başarılı bir biçimde ikamet ettikleri ülkeye dahil oldular (entegrasyon). Daha küçük bir kesim ise kültürleşmeyi daha ileri boyutlara taşıyarak, tekil kimliklerinden bile vazgeçerek toplum içinde eridiler (asimilasyon). Bir başka kesim ise topluma adapte olmakta zorluk çektiklerinden toplumdan ayrışmış, adeta kendi kabukları içinde bir yaşam sürdürüyor (ayrışma).

Netice itibariyle, Türkiye'den 1960'lı yıllarda Avrupa'ya başlayan işçi göçünü, eş ve çocukların göçü izlemiş, bunlara 1980-1990'larda politik ilticaların da dahil olmasıyla Almanya'daki büyük Türk azınlığı varlık bulmaya başlamıştır. Şu an için Almanya'daki en büyük azınlık olan Türkler Alman nüfusunun %4'ünü oluşturmaktadır. Almanya'da şu an için 500 bin Türk vatandaşı istihdam edilmişken, bunlardan 1,5 milyonu Almanya vatandaşı, geri kalan 1,5 milyon kişi ise Türkiye vatandaşlığı, göçmen statüsündedir. Ancak madalyonun öteki yüzü de var. Topluma adapte olmuş, onunla bütünleşmiş olanlar dahi yer yer dışlanma, ayrımcılık ve ırkçı söylemlere maruz kalmaktadırlar. Türkiye kökenliler, medyada ve toplumun bazı kesimlerinde hala Almanya'ya ait olmayan 'yabancılar' olarak algılanabilmektedirler. Ayrıca NSU cinayet serisinin ele alınması veya çifte vatandaşlıkla ilgili tartışmalar da gösteriyor ki Türkiye kökenliler Almanya'daki iç siyasi tartışmaların da konusu. Diğer taraftan ulus ötesi yönelimleri ve ilişkileri ile Türkiye kökenliler, Almanya ile Türkiye arasında bir köprü işlevi görmekte, toplumsal yaşamları ve siyasal eylemleri ile hem iki toplum arasındaki ilişkileri hem de söz konusu iki toplumu şekillendirmektedirler.

Göçmenlerin entegrasyonu, göçmenin yeni bir toplum içerisine ulaştığı gün başlamaktadır. Hükümetlerin seçtiği yaklaşım, göçmen entegrasyonun ve hizmetlerinin çıktılarını belirlemektedir. Bu süreç beraberinde bireysel olarak göçmenin entegrasyonunu etkileyecektir. O nedenle göçmen entegrasyonu hem dahil olunan toplumları hem de göçmen birey ve toplumların taleplerini dikkate almalıdır. Ancak, göçmenlerin düzenli toplumlardan farklı olarak kendilerine has olan belirli ihtiyaçlarının olmasıdır. İlave olarak daha kırılgan olmaları da göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla, ana akım politikalar içerisinde olacak entegrasyon politikalarında göçmenlerin özel ihtiyaçları kabul edilmiş olmalıdır.

Küreselleşmenin ile toplumların kendi kültürünü ve geleneklerini korumaları artık çok kolay değildir. Kültürel ilişkilere girmek yeni bir grup kimliği oluşturmakta ve yeni bir kültür, gelenek ve var olma yolu açmaktadır. Sadece Avrupa alt kültürlerini uyumlaştırmak, ortaya çıkan her türlü farklılığı yönetmek yasal ve kurumsal açıdan yeterince zor olmaktadır. Genellikle, yerel topluluklar, göçmenleri önemli bir kültürel, sosyal ve ekonomik tehlike olarak görmektedirler. Önemli miktarda göçmen yasa dışı işler yaptıklarından dolayı hapse girmişlerdir. Almanya'da yabancılar halkın %9'unu temsil ederken, suç oranının %33'ünü temsil etmektedirler. Yine Fransa'da yabancılar %8 nüfusa sahip olmalarına rağmen, suçluluk oranları %26 seviyesinde olmuştur.

Suç oranlarının bu denli yüksek olmasının sebebi işsizlik oranları ile alakalıdır. Almanya'da, Alman orijinli vatandaşlar içinde çalışabilecek olanların işsizlik oranı %7 iken, göçmenler arasında çalışabilecek olanlarda işsizlik %15'dir. Fransa'da bu oranlar Fransız orijinli vatandaşlarda %9 göçmenlerde ise %20 olarak gözükmektedir. Avrupa Komisyonu'nun yaptığı bir ankette halkın %37'si işleri olmayan ve uzun süreli işsizlik ödeneği alan göçmenlerin ülkeden gönderilmeleri gerektiğini savunmuştur. Buna karşın göçmenler ise işsizliklerinin sebebi olarak, bazı sektörlere alınmamalarını ve özellikle tercih edilmemelerini göstermektedirler. Fransa örneğinde, göçmenler hava yolları pilotu, eczacı, mimar gibi birçok işte çalışamazken, aynı zaman da alkol ve sigara satışı için gerekli belgeleri de alamamaktadırlar. Benzer kısıtlamalar diğer Avrupa Birliği ülkelerinde de mevcuttur. 2002'de yapılan çalışma, halkın çoğunluğunun göçmen baskısının katlanılabilir ölçüyü aştığını göstermektedir (devamı bir sonraki köşe yazımda…)