Abdullah b. Amr (R.Anh)’dan rivayete göre Resulullah (sav) şöyle buyurdu; “İsrail oğullarına gelen her şey benim ümmetime de gelecektir. Ayakkabının ayakkabıya eşitliği gibi aynı durumda olacaklardır. Hatta onlardan bir kimse açıkça annesine yaklaşan kimse olsa ümmetimden de böyle yapanlar çıkacaktır. İsrail oğulları yetmiş iki millete ayrılmışlardı. Ümmetim ise yetmiş üç millete ayrılacaktır. Bunlardan biri hariç hepsi Cehennem’de olacaktır. Ashab; “O millet kimdir?” Diye sordular da; Rasulullah (sav)’de şöyle buyurdu; “Ben ve ashabım hangi milletten isek o milletten ve dinden olanlardır.” (Tirmizi İman: 18, nu: 2641)

Aslında Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- daha hayattayken ümmeti arasında bu tür kamplaşma ve gruplaşmaların baş göstereceğini haber vermiştir. Nitekim O şöyle buyurmuştur; “Yahudiler 71 fırkaya, Hıristiyanlar da 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Onlardan sadece biri dışında hepsi ateştedir.” İbnu’l-Cevzi bu hadisi açıklarken şöyle demiştir; “Biz fırkalara ayrılmanın ne olduğunu da, bu fırkaların asılları olan fırkaları da biliyoruz. Şöyle ki; bu fırkalardan her bir grup kendi içinde fırkalara ayrılmıştır. Velev ki biz bu fırkaların isimlerini ve görüşlerini tam olarak bilmesek bile. Bizim için fırkaların asıllarından şunlar kesin olarak ortaya çıkmıştır; Haruriyye (Hariciler), Kaderiyye, Cehmiyye (Mu’tezile), Mürcie, Rafıza ve Cebriyye. İlim ehlinin bir kısmı da şöyle demiştir; Sapık fırkaların aslı bu altı fırkadır. Bu fırkalardan her biri de kendi içinde 12 fırkaya ayrılmıştır. Böylece toplam 72 fırka olmuşlardır.”

Yani bazılarının bu hadis-i şeriften yola çıkarak Hanefilik bir fırka, Şafiîlik başka bir fırka, Maturidilik başka bir fırka ya da a cemaati bir fırka, b vakfı bir fırka, tasavvufi c cemaati başka bir fırka diye bunu 72’ye ayırmak yanlıştır. Kastedilen hiç şüphesiz bu değildir. Burada kastedilen Peygamber Efendimizin (sav) Sünnetinden ve Ashabının yolu dışında hareket edenlerdir. Bunlar kim olursa olsun fark etmez sünnete ve ashabın yoluna uymadıkça kurtuluşları imkânsızdır.

Hiç şüphesiz Müçtehit imamlar Kur’an’ı, Sünneti, Ashabın ve Tebiûnun yolunu en iyi bilen Müminlerdir. Ashabın dahi bazı kereler anlayamadıkları Kur’an’ın Mübeyyini olan Resulullah aleyhi salatu vesselamın açıklamasından sonra anladıkları ayetleri, bugünün Müslümanlarının tek başlarına anlamaları veya anlamaya çalışmaları Genel Cerrahi ile ilgili herhangi bir kitabı okuyarak ameliyata girmek kadar tehlikelidir. Bugün yaşanan en büyük sıkıntılardan biri Kur’an’ı ve Sünneti ehlinden öğrenmemektir. Kur’an ve sünnet nükleer enerji gibidir. Ahmed Bin Hanbel (ra) yetiştirdiği gibi ehlinden öğrenilmediği taktirde teröristte yetiştirebilir. Bu bakımdan Müslümanları direkt Kur’an ayetleriyle ve hadis-i şeriflerle baş başa bırakmak rahmani değil şeytanidir. Örneğin Haruriyye yani Hariciler de bu hataya düştüler. İlmin kapısı, daha dünyada iken cennetle müjdelenen, Peygamber Efendimizin (sav) damadı ve amcası oğlu Ali (ra)’hı Kur’an ayetlerinden yola çıkarak tekfir ettiler. Ve katletmeyi kendilerine mübah sayıp şehid ettiler. Bugün de tekfir hastalığına yakalananlar hep bu hataya düştüklerinden, yani işi ehlinden öğrenmediklerinden ötürü bu yanlış fetvaları vermektedirler. Bu bağlamda Nureddin YILDIZ hocamın Tekfir Meselesi Üzerine yazdığı yazı dizisini takip etmenizi tavsiye ediyorum. İşin ehli olanlar Müçtehidlerimiz yani mezheb imamlarımızdır. Elhamdulillah… Rabbimizden bizlere bir rahmet olan Müçtehid imamlarımız, Kur’an’ı ve Sünneti en doğru şekilde anlayıp buna göre bir hayat sürmemizi sağlamışlardır. Allah hepsinden razı olsun.

Dün olduğu gibi bugün de dünya üzerinde İslâm’a ve Müslümanlara karşı topyekûn bir düşmanlığın ve saldırının olduğunu görüyoruz. Bu durum her Müslüman için büyük bir keder ve gam sebebidir. 7 kıta da Müslümanlar zulüm altında ezilmektedir. Mazlum kardeşlerimiz kurtuluş umuduyla gözlerimizin içine bakarken belki bu durumdan daha acı verici olan bir durumla karşı karşıyayız ki bu; cemaat taassupluğudur.

İslâm düşmanlarına karşı bir araya gelinmesi gerekirken birbirimizin kuyusunun kazılması, İslâm düşmanlarına karşı güç toplanması gerekirken kendi din kardeşlerimizi sindirmek için güç toplanması, din kardeşlerimizle güzel ilişkiler içerisinde olunması gerekirken onlara karşı düşmanlık beslenip, gayri Müslimlerle iyi ilişkiler içerisine girilmesi, Ehl-i kitabı ve gayrı Müslimleri çok rahat bir şekilde rahmete mazhar olarak görürken din kardeşlerimize cehennemlik gözüyle bakılması maalesef bizleri derin düşüncelere itmektedir.

Rabbimiz Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır; "Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup sakının umulur ki esirgenirsiniz" (Hucurat, 10). İslâm dinini kabul etmiş her Müslüman erkek ve kadın, kan bağı olmasa da din kardeşidir. Kendi öz kardeşimize bakış açımız nasılsa, ondan da öte din kardeşimize karşı lütufkâr olmamız icap eder. Rabbimiz; "Ey iman edenler, eğer imana karşı küfrü sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte zulme sapanlar bunlardır" (Tevbe, 23) buyurmaktadır. Bu bağlamda din kardeşliği çok daha üstün bir mertebededir. Bizi birbirine bağlayacak, bir araya getirecek anlayış da budur.

Peygamber efendimiz (sav); "Birbirini sevmede, birbirlerine acımada ve korumada müminler bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir organı rahatsız olursa, diğer organlar toptan humma ve uyumsuzluğa tutulur", "Cemâat rahmettir, tefrika ise azaptır", "Allah'ın eli cemâatle beraberdir", "Bereket cemâatle beraberdir" buyurarak İslâm kardeşliğinin gereklerini ve bunun doğal sonucu olan cemaatin önemini bizlere bildirmiştir.

İslâm cemaatinin özelliği ve fonksiyonu bu iken geldiğimiz noktada bizleri ürküten durumlarla karşılaşmaktayız. Rabbimiz; "... İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işlemek ve haddi aşmak üzere yardımlaşmayın” (Mâide, 2) buyuruyorken Müslümanlar diğer din kardeşlerini neredeyse, yok etmek üzere bir araya gelebilmektedir. Hem de cihat aşkıyla! Bu büyük bir fitne ve kendini bilmemezliktir. Rabbimiz; "Gerçek müminler kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler" (Haşr, 9) buyurarak müminlerin din kardeşlerine karşı tavırlarını bildirmektedir. Peygamber efendimiz; "Bir kişiye, Müslüman kardeşine hakaret etmesi kötülük olarak yeter" (Müslim, I, 32) buyururken acaba kan akıtma adına hareket edenlerin durumu nedir? Bu şeytanı ve İslâm düşmanlarını sevindiren ve Rabbimizin gazabını arttıran bir durumdur. Peygamber efendimiz; "Birbirinizle kinleşmeyiniz, hasetleşmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz..." (Buhârî, Edeb, 57; feraiz 2; Müslim, birr, 23; Tirmizi, birr, 24) buyurarak bizleri uyarmış ve takınacağımız tavra işaret etmiştir.

Unutmamalıdır ki her İslâmi cemaat müntesibi diğer İslami cemaat müntesipleriyle din kardeşidir. Hiç biri diğerinden üstün değildir. Üstünlükleri çoklukları veya zenginlikleriyle değildir. Rabbimiz; "... Hiç kuşkusuz, Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır..." (Hucurat, 13) buyurarak üstünlük ölçüsünü bildirmiştir. Kim Allah’tan en çok korkuyorsa o üstündür. Cemaatler; namaz kılmayan, İslâm’dan habersiz, herhangi bir cemaate mensup olmayan yüz binlerce insan bulunurken, diğer cemaatlerin yetiştirdikleri kişilere göz dikmemelidir. Bazı cemaatler buna en büyük cihat gözüyle bakmaktadır ki bu büyük bir gaflettir. Ve bu hırsızlıktan başka bir şey değildir. Her cemaatin kendini en doğru cemaat olarak görmesi kabul edilebilir bir durumdur. Lakin “Hak” olarak, İslâm’ın tek temsilcisi olarak görüp diğer cemaatleri “batıl” görmesi büyük bir hezeyandır. Bu anlayışta cemaatler var mı ki diye sorulabilir. Yukarıda saydığımız yanlış fiilleri işleyenler, sadece kendilerine yardım edilmesini isteyip diğer cemaatleri umursamayanlar, hatta kendilerine gelen yardımlar ihtiyaçlarının çok çok üzerinde olup bunları diğer din kardeşlerine vermeleri gerekirken bozulup çöpe atılmasına razı olanlar, başka bir cemaatte olduğunu bildiği halde başka bir cemaat müntesibini ısrarla kendi cemaatinin sohbet, aidat, kermes, dergi, kurban, gazete vs. benzeri çalışmalarına katılmasını isteyen cemaatler ne yazık ki bu anlayışta ki cemaatlerdir. Müslümanların kurtuluşu, İslâm birliği, İslâm kardeşliği bu şekilde sağlanamaz. Bu, tefrikaya, fitnelere, kavgalara sebep olmaktan, Müslümanları zayıflatmaktan, İslam düşmanlarını sevindirmekten başka bir işe yaramaz.

Peki, yapılması gereken nedir? Öncelikle bir tek Allah’a ve O’nun kitabı olan Kur’an’a ve peygamberi olan Hz. Muhammed Mustafa âleyhis sâlatu vesselâma iman eden Mümin Müslümanlar olduğumuzu, din kardeşi olduğumuzu, ümmeti Muhammed olduğumuzu unutmayacağız. Müntesibi olduğu cemaate, vakfa veya derneğe bağlı gençler değil; Allah’a bağlı gençler yetiştireceğiz. Aynı yolun yolcusu olduğumuzu unutmayacağız. Ortak hedefimiz olan Müslümanların kurtuluşu ve onun reçetesi olan İslâm Birliğini unutmayacağız. Ortak düşmanlarımız olan Şeytanı ve onun dostlarını unutmayacağız. Hiç birimizin bir diğerinden üstün olmadığını ve üstünlüğün ancak takvada olduğunu unutmayacağız. Beğenmediğimiz cemaatten bir kişi Allah katında öyle bir makama sahiptir ki bütün cemaat müntesipleri terazinin bir kefesine o kişi öteki kefeye konulduğunda hepsinden daha ağır gelecek bir imana, takvaya ve şuura sahip olabilir. Bizler bilmeyiz Allah bilir. Bu bağlamda hiçbir cemaat ne kendini küçük görecek ne de diğer din kardeşi olduğu cemaati küçük görecek. Her cemaat nasibine rıza gösterip rızayı ilahiye ulaşmada tüm gayretiyle hizmet vermeye devam edecek.

Ve son olarak Peygamber efendimizin (sav) şu sözlerini hepimiz kulaklarımıza küpe edelim; “Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz… Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz… Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz…”