Hak anlayışı olarak güce dayalı bir görüşü benimseyen ülkelerin dünya egemenliği konusunda zulme dayalı bir tuzak sistemi kurduklarını açıklamıştık. Teknolojik gelişmişliklerine güvenen bu despot ülkeler, gerçekleştirmek istedikleri bu planları esnasında çok önemli bir detayı atlamaktadırlar.

Mülk dediğimiz bu kâinat, içindeki ve dışındakileri ile birlikte Rabbimiz olan Allah’a (cc) aittir. Ve bu âlemler üzerinde herhangi bir tasarrufunun olmadığını söylemek gerçeği yansıtmaz. Allah’ın (cc) yerleri ve gökleri yarattıktan sonra yorularak dinlenmeye çekildiği anlayışı batıl Yahudi anlayışıdır. Gökyüzü hâkimiyeti Tanrıya yeryüzü hâkimiyeti insana aittir anlayışı da batıl Hıristiyan anlayışıdır. Müslümanlar olarak bizler biliriz ki Rabbimiz her olaya müdahildir. Yerlerin ve göklerin hükümranlığı O’nundur. (Bkz. Bakara, 107; Nur, 42) İnsan Allah’ın (cc) yeryüzündeki halifesidir. (Bkz. Bakara, 30) Allah (cc) adına yeryüzünü yöneten, idare eden ve düzeninden sorumlu olan en üstün mahlûktur. Bu yönetimi, idareyi ve düzeni ise Allah’ın (cc) bildirdiği şekilde yapmak mecburiyetindedir. Ne zaman başka bir yola başvurulmuşsa bu kaosa ve yıkıma sebep olmuştur.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; “Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine hükümran oldu. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine âmâdedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.” (Araf, 54) “Andolsun, Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık; Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.” (Kaf, 38) Diğer bir ayette ise; “Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir.” (Hadid, 4) (Ayrıca Bkz. Fussilet, 10-12)

Kur’an-ı Kerimimizde Rabbimiz, Allah’tan (cc) bağımsız olarak canlılara zulmederek dünya hâkimiyeti için tuzak kuran tuzak kurucular hakkında şu gerçeği bizlere bildirir; “Hani o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.” (Enfal, 30) Bir diğer ayette ise; “Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.” (Ali İmran, 54)

Evet, Ayet-i Kerimelerde de görüleceği üzere Rabbimiz her şeyi hakkıyla görmektedir. O zalimlerin tuzaklarına karşılık olarak da şanına yakışır tuzaklar kurmuştur. Yapılan tüm gayretler hakkın hâkim olması dışında başka bir işe yaramayacaktır.

Kimse Allah’tan (cc) daha merhametli değildir. Şuanda yaşanan zulümler hepimizin göğsünü sıkıştırmakta ve yüreğini yakmaktadır. Ama bizler biliyoruz ki bunlar kutlu doğumun öncesindeki sancılardır. Bu sancılar elbette bitecek ve tüm insanlık özlediği adalet dolu, huzur dolu, selamet dolu günlere kavuşacaktır. Rabbimiz bu gerçeği şöyle müjdelemektedir; “Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff, 8)

Müslümanlar olarak bizler Asr-ı Saadetten bugüne kadar oturarak bir şeylerin kendiliğinden olmasını beklemedik. Bizler dini İslam’a muhtacız. Rabbimizin ve İslam’ın bize ve diğer hiç kimseye ihtiyacı yoktur. Bizler her an bir imtihan içerisindeyiz. Yarın huzuru ilahiye vardığımız zaman ak bir alınla, temiz bir sayfayla çıkmak istiyoruz. Bu bakımdan anlayışımızda tembelliğe yer yoktur. Bizler çalışsak da çalışmasak da, yardım etsek de etmesek de Rabbimiz nurunu tamamlayacaktır. Bu nur tamamlanırken bizler ne yaptık? Neler başardık? Ya da neler yapmaya çalıştık? Eğer gerçekten böyle bir gayemiz var ise karşılığını kat be kat alacağız inşallah. Bu çalışma esnasında elbette Rabbimiz yardımını gönderecektir.

Mehdi (as) elbette gelecektir. İsa (as)’ın inmesi gerçekten yakındır. Bu anlayış İslam’ın ilk asırlarından beridir vardır. Ama ne Sahabe, ne Emeviler, ne Abbasiler, ne Gazneliler, ne Selçuklular, ne Osmanlı ve ne de bizler tembel tembel oturup, zaten Mehdi (as) gelecek her şeyi düzeltecek demedik. Eğer Gazneliler, veya Selçuklular ya da Osmanlı Mehdi (as) beklentisi içinde olsa idi bugün onlardan bahsedebilir miydik? Onlar üzerlerine düşen görevi yaptılar. Ne zaman ki mutlak gücün Allah’a ait olduğunu görüp O’na (cc) sığındık aziz olduk. Ne zaman ki gücü farklı yerlerde ve farklı anlayışlarda aradık zelil olduk. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

Devam edelim inşallah…