SEFERDEN pek hoşlanmazdı. O, mukim idi. Bulunduğu yerde kalmayı kendisine verilmiş bir görev olarak kabul ederdi. Düğünlere bile gitmezdi. Onun mekânından ayrılışı ancak yakınlarının cenaze namazları için olurdu.

SEFERDEN pek hoşlanmazdı.

O, mukim idi.

Bulunduğu yerde kalmayı kendisine verilmiş bir görev olarak kabul ederdi.

Düğünlere bile gitmezdi.

Onun mekanından ayrılışı ancak yakınlarının cenaze namazları için olurdu. Bu ise çok kısa süreliydi. Vazifesini yerine getirir hızlıca geri dönerdi.

Sabahtan akşama kadar oturduğu koltuktan kalkmadığı çok olurdu.

Rahmetli ninesinin düğün çeyizleri arasında yer alan el dokuması halı yastığın içini boşaltmış, koltuğuna özenle yerleştirmişti.

O koltukta oturdukça sanki geçmişi ile irtibat kurduğunu hisseder ve bundan memnun olurdu.

Köklerine bağlı olduğunu kendine gösterdiği bir eylemdi ona göre oturmak.

'Oturmasını bilmeyen, mukim olmayan gelişemez' der kendini haklı çıkarmaya çalışırdı.

İnsan gelişmesi, üretmesi, faydalı olabilmesi ona göre bulunduğu yerde gerçekten bulunmasına bağlı idi.

Benimsemekle olurdu.

Kabul etmekten geçerdi.

Pek çok hastalığın, anlaşmazlığın, geçimsizliğin yerini kabul etmemek yani mukim olmayı benimsememekten geçtiğini güçlü biçimde savunurdu.

Mukim Ahmet arayan değil bulunan olmayı seçmişti.

Bazen söz arasında 'Kim beni bugüne kadar arayıp bulamadı?' derdi.

'Yerimiz belli, yurdumuz belli' sözünü de eklemeyi ihmal etmezdi.

Tezini güçlendirmek için başka argümanlar ileri sürdüğü de olurdu.

'Bu belde iki yüz senedir burada, kim çeşmenin yerinin değiştiğini gördü?'

'Ya caminin yerinin değiştiğine şahitlik edeniniz oldu mu?'

'Harman yerimiz değişti mi hiç?'

'Musalla taşımız bile değişmedi, konduğu günden beri aynı yerinde sabitkadem durmuyor mu?'

Savunusunu böyle yapardı.

YAKINMALARI da olurdu.

'Artık kimseyi koyduğun yerde bulamıyorsun?' derdi.

Diğer düşünceleri şunlardı:

Bugün selamlaştığın arkadaşın dün ki değil.

Bugün başına taç ettiğin dostun dün var olan duygularını kaybetmiş.

Sabah başını aynı yastıktan kaldırdığın eşin dünden başka artık.

Borç verdiğin arkadaşın alırken aynı olmuyor.

Söz verdiğin, kavil içtiğin, yol yürüdüğün, sır verdiğin yarenin bugün pekala ağyar ile iş tutar olmuş.

Yani kimse yerinde mukim değil.

Bulunduğu yerden hoşnut değil.

Hep fazlasını daha fazlasını umar olmuş.

MUKİM AHMET aslında bizlere çok önemli mesajlar veriyor.

Duyabilirsek tabi.

Sabitelerimizin olması gerektiğini ifade ediyor.

Değişmezlerimiz olmalı.

Kutsallarımız…

Dünya değişse değişmeyecek olan değerlerimize işaret ediyor.

Zamana, zemine ve çıkara göre değişmeyecek sağlam karakter yapılanmasına vurgu yapıyor.

Biz onu oturduğu koltukla tanımlıyoruz.

Yanlış yapıyoruz.

DÜN dürüst olanlar neden bugün üç kağıtçı, hatta daha fazlası?

Dün doğrudan asla taviz vermeyenler bugün neden hilenin enva-i çeşidine tevessül ediyor?

Dünün haramları bugün nasıl oldu da zihnimizde mübah sayılmaya başladı?

Dün uğrana gözümüzü kırpmadan can verebildiğimiz değerleri bugün bize ne oldu da görmezlikten gelebiliyoruz?

İhlasımız nereye gitti?

Güvenirliğimiz ne yana savuştu?

Konuşmalarımız neden daha kaypak, neden ucu açık her yana çekilebilecek cümleler kurarak kendimizi kurtarabileceğimiz bir esnekliğe evrildi?

Dün verdiğimiz söz senet iken bugün neden hiçbir teminat aynı görevi yapamıyor?

Malumdur ki, anlatılmak istenen doğruların sabit kalması…

Bizler doğruları eğrilerle takas ederken yanlışları neden bünyemizden kovmuyoruz, değiştirmemek için sıkı sıkıya sarılıp sahipleniyoruz?

ÂŞIK boş konuşmaz.

Havanda su döğmez.

Tutmayacak mayayı göle çalmaz.

Hedefini bulmayacak oku sadağından çıkarıp kirişe yerleştirmez.

Demem o ki; Yozgatlı aşık mukim Ahmet haklı…

Çok haklı hem de.

Gönlümüzde mukim olan bizden emin olmalı…

Gönlünde mukim olduğumuzdan bizler zerre kadar şüphe duymamalıyız.

Yoksa hayat yaşanılası olmaktan çıkar.

Belki de çoktan çıkmıştır, bilmiyorum.

Ya Selam!