1980'lerden bu yana kentsel ve kırsal nüfus paylarındaki oransal değişim, Türkiye'nin modernleşme süreciyle birlikte ne kadar millileştiğinin önemli bir ifadesidir.

1980'lerden bu yana kentsel ve kırsal nüfus paylarındaki oransal değişim, Türkiye'nin modernleşme süreciyle birlikte ne kadar millileştiğinin önemli bir ifadesidir. Artık her üç kişiden ikisi şehirlerde yaşıyor. Bu, toplumun modernite bağlamında yeni bir toplumsal homojenleşme düzeyine ulaştığı şeklinde yorumlanabilir. Ancak, bu gelişmenin temel nedeninin iç göç olduğu düşünülürse, ulus devletin ortaya çıkmasının itici gücünün, aynı gelişmenin heterojenliğine yönelik rahatsız edici bir eğilimden geldiği açıkça ortaya çıkar.

Sosyolojik açıdan bakıldığında, bir yanda Kürt etnik milliyetçiliğinin güçlenmesi ve buna tepki olarak Türk milliyetçiliği, siyasal İslami hareketlerin Türk kimlik siyasetinde yer alması ile diğer yanda iç göçün önemli kapsamı arasındaki bağlantı açıktır. Merkez ve çevre arasındaki ilişki de önemli bir rol oynamaktadır. Bu bağlantıların ekonomik, sosyal ve politik yönlerini anlamak için, onlara küreselleşme süreci içinde ve bu küreselleşmenin dinamik güçlerini hesaba katarak yaklaşmak elzemdir.

Ulus Devlet, Uluslararası Göç Politikası ve Uygulanması: Değişim veya Direnç, Son Yıllardaki Eğilimler

Daha önce de açıklandığı gibi, Türkiye'de diğer birçok ülkede olduğu gibi, ulus devlet anlayışı ile uluslararası göçün siyasi yönetimi arasında açık bir bağlantı vardır. Geçen yüzyılda göçü yönetmeye yönelik yaklaşımlar değişse de hem göç politikası hem de uygulanması hala 20. yüzyılın başından beri geçerli olan ulus devlet ideali üzerine odaklanmaktadır. Küreselleşmenin kuralları göz önüne alındığında, bu bugün en azından şaşırtıcı görünüyor. Bir ülke uluslararası göçü alıcı ülke olarak ne kadar üstlenirse, bu göçe karşı tutumu o kadar aktif ve kısıtlayıcı olur. Ancak bu tutum, gönderen ülke olarak bir ülke göçle karşı karşıya kaldığında zayıflar. Bir ulus-devlet anlayışı açısından göçe bakmak ile göçe bakmak arasındaki ayrım doğal olarak anlamlıdır. Son yıllarda yaşanan değişimlere bu açıdan bakıldığında, Türkiye'nin yayıncı ülke kimliği ile ulus devlet kimliği arasındaki örtüşmede iki alan ortaya çıkmaktadır.

İlki, gayrimüslim azınlıklara karşı değişen tutumlarla ilgilidir. Göçle bir bağlantının burada hemen görülmediği doğrudur. Ancak AB'ye katılım süreciyle birlikte azınlıklara yönelik duyarlılık artmakta ve orantısal olarak göçleri azalmaktadır. Hatta çok sınırlı ölçekte de olsa göçün işaretleri bile var. İkinci olarak, Türkiye'den yurt dışına, özellikle Avrupa'ya göç eden ve uzun süredir geçici göçmen olarak kabul edilen işçi göçmenlerinin 1980'lerin başından itibaren giderek daha fazla yerleştiği kabul edilmektedir. Bununla bağlantılı olarak bazı yasal düzenlemeler de yapılmaktadır. En önemlisi 1983 yılında Türk uyruklulara çifte vatandaşlık hakkının getirilmesi ve bu hakkın yurtdışında yaşayan Türk göçmenler tarafından son yıllarda artan şekilde kullanılmasıdır. Türk vatandaşlarına başka bir ülkenin vatandaşlığını kazanma hakkının verilmesi, dış bağlamda da olsa çok kültürlülüğün varlığını kabul eder. Türk ulus devleti açısından bu, köklü bir değişimi temsil etmektedir.

Göç alanında ise iki gerçek geniş bir tartışma alanı açıyor. Birincisi, yukarıda açıklanan şekilde Türkiye'ye göç eden yabancılar, göç ettikleri ülkenin kimliğini de üstlenirler. İkinci olarak, AB uyum sürecinin etkilerinin görünür hale gelmesiyle birlikte Türkiye'de bir göç politikası ortaya çıkmaktadır. Özellikle son 15 yılda göç ve iltica politikasındaki yeni yaklaşımlar ve bunların uygulanması bir takım kanuni düzenlemelere yansımaktadır. Onlarda etkili olma çabası netleşir. Bunlar arasında 1994 Mülteci Yönetmeliği, 2003 Yabancılar için Çalışma İzni Yasası, 2005 Türkiye Mülteci ve Göç İşleri Ulusal Eylem Planı ve Türkiye'de göçle ilgili resmi işlerin yapıldığı 2006 İskan Yasası Alanları yer almaktadır.

Türkiye'ye göçün, Türk kökenliler veya Türk kültürüyle bağları olanlar hariç, göçmenler veya mülteciler için istenmeyen bir durum olduğu açıktır. Bu, özellikle ulus devleti korumak ve güvenlik alanındaki sorunları önlemek içindir. Yukarıda belirtilen yasal ve idari düzenlemeler, bu tutumu hem ilkesel olarak hem de uygulamada dile getirmeye devam etmektedir. Uluslararası göçü milliyetçi bir anlayışla 'Türk' göçü ile sınırlandırmaya çalışırken, küresel göç dinamiklerinin bir sonucu olarak yoğun yabancı göçü ile karşı karşıya kalan Türkiye, yeni koşullara ayak uydurmak için bir nebze de olsa mücadele etmektedir. Ancak her adımda bu çaba, muhafazakar bir ulus devlet anlayışının refleksiyle karşı karşıya gelmekte ve bu nedenle yeni göç dalgalarını yönetmekte güçlük çekmektedir.