İNSANIN ayakları yerde, gönlü gökte olmalıdır. Zeminde yürümeli ama yücelerden haberli olarak. Yunus Emre Hazretleri bize ötelerden işte bunun için şöyle sesleniyor...

İNSANIN ayakları yerde, gönlü gökte olmalıdır.

Zeminde yürümeli ama yücelerden haberli olarak.

Yunus Emre Hazretleri bize ötelerden işte bunun için şöyle sesleniyor:

'Benüm yüzüm yerde gerek, bana rahmet yerden yağar.'

Yerden yağan rahmeti görenler göğü bilenlerdir.

Sistemin farkında olanlardır.

Siz o insanı ıssız sokaklarda dolaşan bir avare sanabiliriz.

Bu bizim gafletimizdir.

Perdemizin kalın oluşunun işaretidir.

Kabahat bizdedir.

Başkalarında aranmamalıdır.

BİR Sema Hoca vardı.

Çakır yürekli.

Memleketimin uzak diyarlarında yaşardı.

Çilenin imbiğinden geçerek…

Sızısı bol geceleri birbirine ekleyerek.

Karanlıkları aydınlığa çevirmenin yükünü sırtına yüklenmiş olarak.

Acılar hiç durmadan belirli bir ritim içinde damlardı yüreğine.

Kavrulurdu. Yanardı.

İçinden… İçten içe…

Kimselere derdini faş etmeden…

Bunların oluşa yazgılı olduğunu bilerek…

Zordu.

Ama yenmek gerekirdi.

Yenilmek olmazdı. Olmamalıydı.

İki bebesi vardı Haktan emanet…

Onları büyütmeli, yetiştirmeliydi.

Kötülüklerden uzak tutarak.

Kendine verdiği fetva bu yöndeydi.

Ve gereğini yapıyordu.

SOĞUK günlerdi.

Buzlu. Fırtınalı.

Ama hangi buz erimemişti ki!..

Hangi fırtına dinmemişti…

Hangi kış yerini bahara hazırlamadan çekip gitmişti ki…

Bilincindeydi bunların.

GECELER yari olmuştu.

Besleniyordu...

Ayağında çocuğunu sallıyor olması televizyonda 'İyi Bak Kendine' diyen programı dinlemesine mani olmuyordu.

Elinde kalemi notlar alıyordu.

Hayata dair.

Psikolojiye ilişkin.

Ruhuna daha iyi bakabileceği, gönlünü besleyebileceği notlar…

Bu vakitler iyi hissediyordu kendini.

Güç buluyordu.

Bu güç onu ayakta tutuyordu.

SABAH oldu mu tekrar mücadele başlardı.

Artık başkalarını besleme zamanıydı.

Camiden camiye, kurstan kursa koşardı.

Etrafında hanımlar halkası…

Dinini, diyanetini öğrenmek isteyen.

Sorular…

Bitmeyen sorular.

Cevaplandıkça aydınlanan gözlerin sahiplerinin gönlünde yeni doğan sorular.

Yıllar yılı sorular cevapları kovaladı.

Cevaplar sorularla buluşup cem oldu.

Yakılan kandil yürekleri aydınlattı.

ENGELLER böyle aşıldı.

Zira Sema Hoca engelin ne olduğunu biliyordu.

Tanıyordu.

Onların aşılması gereken birer sınav sorusu olduğunun bilinceydi.

Kendine engel koyan soruları gece nasıl cevabıyla buluşturuyorsa gündüz de etrafına aynı yöntemi uyguluyordu.

'Engelleri aşalım' dedi.

Ve aştı.

NERUVENDA'YA mektuplar yazdı.

Esaslı mektuplar.

İçinde sırlar barındıran…

Soruları yüklenmiş.

Toy. Yok vakitlerde aşk ile.

Kundak ve kefen arasında kalan dünyaya seslenişler barındırıyordu bağrında.

Şöyle diyordu:

'Neruvenda, ne ki dünya?

Kundak ile kefen arasına kurulan bir çadırdır, dünya…
Dünyadır, en şeffafı çadırların... Başındaki, kundaktır; sonundaki, kefen… Karşılıklı uçları arasındaki mesafedir, zaman…

Hafıza-i zamanın mevcudiyetindeki her şeyi, mekanın kapsadığı her zerreye yazdı ve zamanı sundu insana Yaradan… Çadırın bir ucunda gözlerini açar, merhaba der zamana ve mekana… O merhaba ile başlar çadırdaki macerasına kimi köle, kimi efendi insan…
Sahi Neruvenda, kaç hizmetçin var senin? Ya efendilerinin sayısını biliyor musun?
Neruvenda, dünyadaki her şey bir bilge için hazine-i hikmet midir gerçekten?
Neruvenda, zaman ile mekan nereden gelir ve nereye gider? Zaman nerededir, sen neredesin Neruvenda? Neruvenda, düne takılıp kalan Hz. İnsana an ile tanışmak nasip olmayacak mı?
Bu günü es geçip yarının gelişine bel bağlayanlar için ölüm müdür, yarın?
Dünya neydi ki? Aşk neydi? Ya aşık? Ya maşuk?
Sordu Neruvenda, dinledi Neruvenda... Yazdı Neruvenda...

Ama en çok da yaşadı Neruvenda...'

YAŞAMAK…

Biraz da acıyı yudumlamak değil miydi?

Kalbin sızım sızım sızlaması değil miydi?

Sevince kanat açmak için vakti beklemek değil miydi?

Öyleydi!

ÜSKÜDAR'DA karşılaştık.

Tanıştık.

İstanbul'a gelmiş…

Engelleri aşa aşa ve yeni engelleri aşmak için.

Yine sorular çemberinde cevabî fetvalar sunuyor insanlara.

BU defa 'Neredesin Neruvenda?' diyecekmiş.

Desin.

Dereden büyük akarsu, ırmak, on kişiye bedel olan Mete'yi büyütmüş.

Üniversiteli olmuş.

Bir de gücü ve cesareti temsil eden, ahlaki değerleri en üst seviyede tutan, özü sözü doğru olan manasına gelen Mert'i var.

Üniversiteye hazırlık yolunda.

Karanlık aydınlığa hazırlanmak içinmiş.

Zorluklar ferahlığın kapı arkası.

Sema Hoca Neruvenda'ya seslenecekmiş.

Seslensin ki, bizde duyalım.

Dikkatle bakabilsek etrafımıza…

Göreceğiz.

Ne çok Neruvenda, ne çok Sema var.

Ya Selam!