O, öyle Allah ki , evreni ve insanlığı aydınlatma hükümlerinin bir kısmını maddeye - Güneş gibi – bir kısmını da İslam’a yerleştirmiş, sonra İslam’ı insanlığa ulaştırmış! O’na ne kadar teşekkür etsek azdır. Allah’ın verdiği hiçbir şeyin bedeli ödenemez, ancak, ona müteşekkir olunur, şükredilir!

Ve bilinir iman edenlerce:

O’nun hükmünden geçmeyen kalpler yalnızdır daima..

O’nun onaylamadığı kanunlar eldir…

O’nun sevmediği kim olursa olsun ,ne olursa olsun , atıllar karanlığına aittir ve bedeli ağırdır her insana!

***

Olaylara göre tavır alabilmek konusuna, hafif rüzgârın söğüt ağacına değdiği gibi deyinmek, ya da teyit geçmekle ne kadar değinebilirsek… Bu vahim konunun üzerinden, özetin onlarca kez özetiyle ne kadar faydalı olunur bilinmez ama yine de bahsetmek geldi içimden, deli bir rüzgâr gibi esmek isteğimle... Ne kadar anlatılabilir? On kitap yazılsa bile, yine de anlatılmayan bir yanı kalacak olan konuyu, birkaç sayfaya sığdırmak…Ve uzun yollar sunabilme gayretiyle, bir patikadan kanallar açmak istiyorum. Ne kadarı mümkünse.

Evet, olaylar karşısında, olaylara göre ama adilce tavır alabilmek, acilen öğretilmesi gerekliydi insana! O kadar acil ki, doğduğu günden bir yıl sonra başlamalıydı bu öğreti. Çünkü, olaylara göre tavır alabilmek, sanıldığı kadar kolay bir iş değildir.

Olaylara göre tavır sergilemek önce:

*Kişiliğin oturmuş olmasını gerektirir.

*Olaylara göre tavır almak bilgi ister.

*Şartlanmışlıktan uzak, kıyas gücü ister, samimiyet ister, yürek ister!

* En önemlisi güçlü bir iman ister! Mü’min kişinin tek tasası Allah’ı kaybetmemek olmalı iken, grubunu ve ya herhangi bir sevdiğini kaybetmemek olursa, orada olaylara göre duruş sergilemenin esamesinden bahsedilemez olduğunu, hemen söyle diyor duygularım…

Aslında En-Nur olan, gönüllerden, fikirlere kadar her duygu ve her hücrede aydınlatıcı olan Allah, dininde, olaylara göre insanı aydınlatacak çizgiyi her alana yayarak vermiş.

Ne ki, o çizgi üzerine o kadar çok çizgiler getirilmiş ki, neredeyse, Allah’ın sunduğu çizgi görünmez çizgi haline gelmiş! Bu konu başlı başına ele alınması gereken bir konu. Konumuza dönersek:

İslam’a göre, çevrenin etkisinde kalmadan, ya da bağlı olunan gruba rağmen , bazı konularda karar vermek o kadar zordur ki, bunu babasıyla yaşamış bir insan olarak çok iyi bilirim.

İslam evrensel bir din olduğundan, her kıtaya, her insana göre olsa da, sıra adalete gelince, tüm evrende kendine göredir!

İslam’ı evrensel yapan nedenlerden biri de, İslam’ın her konuya ışığının olmasıdır! Sıradan bir örnek verelim:

İslam’da uzak durulması gereken insanlar bile bildirilmiştir. Ayet ve hadis-i şeriflerle alay eden kişilerle hoş sohbet yasaktır, hiç güzel yanı olmayan bir insanı övmek yasaktır gibi, emirler vardır. Özellikle, bu konular işlenir, çünkü, bu konular, olaylara karşı tavır almanın alt yapısını oluşturan parçalardır. İnancınla alay edenle sohbet etmen değil , hoş sohbet etmen senin duruş zaafı yaşadığını gösterir.

Ne ki, her gün, hak etmeyene övgüler, hak etmeyene yergiler, amiyane deyimle günümüzde de gırla gidiyor.”

***

Bizim kardeşliğimizin sebebi aynı dinden olmaktır. Kardeşliğimizin başka hiçbir sebebi yok. Aynı dine bağlı olmak. Bunu ilan eden kimdir? Tabii ki Allah! Allah bizi kardeş ilan etti. Allah bize kardeşliğin önemini bildirdi. Fakat heyhat! Biz ayetlerle değil de, mumla birbirine bağlanmışız gibi, sıcağı görünce aniden eriyerek birbirimizden kopup dökülüverdik. Meğer bizler, hâlâ kardeşlik ruhunu almamışız. Tapınakçıların, aynı tapınağa bağlı olanları kardeş bilip, öteki tapınaktakilerini düşman görenlere döndük. Kimse inkâr etmesin. Bizim grubumuz İslam iken, bakar mısınız şu ortama böyle bir hava var mı ? Bir grupta olanların öteki gruptakini din kardeşi değilmiş gibi görmesini sadece ben mi görüyorum? Tabi ki hayır! Düşünen herkes görüyor. Fakat, herkes gereğini yapıyor mu? O da ayrı bir konu

***

Rabbimiz bize, En-Nur sıfatının tecellisinden lütfetmiş. Ana baba, evlat konusundan, evlenme boşanma, kardeşler arası vahdete kadar her yerde, nasıl duruş sergileyeceğimizi bildirmiş. Yani, aydınlatıcı ışığını sunmuş. Bütün bunlara rağmen, Allah yokmuş gibi, sanki bize hiçbir konuda emir vermemiş, hiçbir tavsiyede bulunmamış gibi davranıyor, tıpkı futbol takımı tutar gibi taraf tutup, taraf oluyoruz. İslam’da taraf tutmak yoktur. Haklıdan yana olmak vardır. Şahsen, gün geldi Fethullah Gülen Hoca Efendi’yi ölümüne savundum . ( henüz yazılmayan olaylar var) bugün beddua olayına üzüldüğümü ve onaylamadığımı söyledim, yarın yine onu savunmam gerekirse savunurum. Ben, İslam grubunda olan bir fert olarak bu çizelgemi İslam’dan aldım, ve öyle yaşıyorum. Bazen olaylar öyle gelişir ki, baba ile oğul arası aniden alabora olur. Oğulun babasının yanında olması gerekir, değilse, baba oğul arası tarumar olacak. Babadan yana mı Allah’tan yana mı? İşte, gök kubbenin başa yıkıldığı andır, hakça yaklaşana “ Müslüman“ denir. Fakat bu durumu korumak öyle zor ki.

Hatırladıkça , hüzne boğulduğum bir konuyu anlatmadan geçemeyeceğim. Dünyaya değişmediğim rahmetli babacığımın aleyhinde şahitlik yapacağımı söylediğimde, babacığımın gözlerinden akan yaşlar beni çok etkiledi . Onun gözlerinde yaşların oluşu bile benim bitişim demek iken, bu kez bu gözyaşları, benim yüzümden oluşuyordu. O durumu anlatamam. Şahitlik yapmasam, olmazdı ,şahitlik yapsam olmazdı, haliyle bu durum beni çok etkiledi, mutlaka da Hakk’tan yana olmak zorundaydım, üstelik Hakk’kın adaletini yeni tanıyordum. Son derece üzgün hâlde babama dedim ki: “ Senin için canımı veririm babacığım ama senin aleyhine şahitlik yapmak zorundayım. Çünkü haksız sensin.”

Canım babam gözyaşlarını silerek:“ yavrum, sen aleyhimde şahitlik yapacaksın, diye ağlamıyorum ki, benim yavrumun böylesine adil davranır oluşuna ağlıyorum, şu an ne kadar mutlu bir babayım , bunu bir bilsen kızım.”

Babam, hep söylerim, çok zeki idi, ama zekâsını kendine kullanmazdı. Bana dedi ki:“ Yavrum ,adaletin çok güzel ama hep doğru konuşanlar her yerde sivri kabul edilir, istenmezler, ve sen hep yalnız kalırsın kızım.” dedi.“ Olsun babacığım, kul samimi olursa, Allah kulunu sever, Allah severse sevdirir” dedim.

Benim o durumda, babamın karşısında olmam gerekti ne yazık ki. Hayatımızda çok kez bu durumla karşı karşıya gelenlerin ve imanlarını yiyenlerin haddi hesabı yoktur. Eşinin haklı olduğunu bile bile daima anne babasının haklı olduğunu söyleyenlerdir en küçük örnek … Bazen de yanılarak haklıya “haksız” dediğimiz de olabilir, o zaman da iş karşıya düşer: ”iyi niyetlidir ama insan ve kardeşimdir, olsun, yanılmayan Allah’tır” demeli o kişi. Babam şer-i ilimler okumamıştı, babacığım, dünyada biriciğim, âlimde değildi ama tavırları âlimce idi. Babamın dini en önemli özelliği, Allah’ı sevenleri çok severdi . Âlim olmayan babamın aleyhinde şahitlik yaptım , o baba beni reddetmedi ama âlim olanın, hoşuna gitmeyen bir eleştiride bulundum, o âlimi sevenlerin bazıları, anında beni İslam dairesinden taa uzaklara atıverdiler. Ellerinde olsa kendi grubundan olmayanlara cennetin yüzünü göstermezler. Bu tip insanlar olaylar karşısında İslam’a göre tavır almazlar. Bağlı olduğu grup, ya da sevdiği kişi, nasıl tavır almasını isterse İslam’a aykırıda olsa, onlar o şekle bürünürler. Kardeş yemek pahasına da olsa, yine de Allah’ın dediğini yapmazlar. Gerek hissederse kan da döker bunlar.

(Bu arada hemen belirtelim, kardeşlerini kahreden veya öldürenler sadece Müslümanlar değil ha…)

(Batı’da Hristiyanlar, o zamanın demir perde ülkelerinde koministler daha kimler kimler. yıllarca bir birlerini öldürdüler. Şurada elli atmış yıldır, dinleniyor, birbirlerini öldürmüyorlar ama bize birbirimizi öldürtüyorlar.)

Hayat ince bir perde değil hemen kaldırıp arkasını görebilsek. Bu hayat devamlı olay üreten bir muammadır. O hâlde olaylar karşısında, nasıl tavır alacağımızı acele hem de çok acele öğrenmemiz lazım. Olaylara göre tavır almayı öğrenmediği sürece, dünyada savaşların ardı arkası gelmez, gelemez.

Kardeşliğimiz yerlerde sürünüyor. Kinimiz nerdeyse oldu bizim dinimiz. Ne diyorduk, olaylara karşı hakça tavır almaktan bahsediyorduk fakat konuya giremeden, bitiş noktasına gelmişiz.



Bugün yazdığım şiiri de ilave ederek yazıma virgül koyuyorum.

Allah’ın selamı, onun aydınlatıcı olduğunu kabul edenler üzerine olsun.

YÜREĞİMİN TINISI

Kendine kibrit çakan bir deli miyim?

Ölgün duran kim, gerçekte o ben miyim!

Sevdayı tohum tohum, aşk ile ektim.

Hasatta artarak ruhumla gelir miyim?



Baktım kendime, tehlikeli sularda…

Hava çok puslu, o başka havalarda.

“Olmaz” dedim kendime, dön gerçeklere.

Sor soruştur, ne var ne yok buralarda?



Buralarda şeytanlar hep sarmaş dolaş,

Neredeyse ruhlarda, davet edildi savaş

İçim acıyor, ahuzar eder ruhum.

Sonra da umudum, geliyor yavaş yavaş.



Kurumuyor gözler, kirpiklerim ıslak.

İçimde kaldı sözler, yarım yamalak.

Susmak mı gerek, çığlık atmak mı bilmem.

Duygumsa şaşkın, aklım karma karışık.



Yüreğim taşkın melül melül bakıyor.

Dertler kor oldu, beni içten yakıyor.

Söylesem bir türlü, söylemesem ölüm.

İçimde biri var, çaresiz yaşıyor.



Bazen sanki sabah olmayacak gibi…

Bazen de sabah ikiz doğacak gibi.

Oldu olacak derken, çok yorulsak da,

Sonunda o güzel günler, ha geldi ha gelecek gibi.