MİLLİ EĞİTİM BAKANI ZİYA SELÇUK’A AÇIK MEKTUP

Sayın Bakanım,

Çocuklarımızın, gençlerimizin ve ülkemizin geleceğini doğrudan ilgilendiren Milli Eğitim Bakanlığı’nın başına yıllardan sonra eğitim ve öğretimin içerisinden gelen bir kişinin atanması eğitim camiasını ziyadesi ile sevindirdi. İnanıyoruz ki ortaya koyacağınız irade ve yapacağınız çalışmalarla milli varlığımızın harcı, milli kültürümüzün anahtarı, kalkınmanın, refahın ve huzurun temeli, tepesi, her şeyi olan eğitimimizi yazboz tahtası olmaktan ve yerlerde sürünmekten kurtarırsınız. Allah’ın insanoğluna bahşettiği en değerli varlık olan çocuklarımızın geleceğini hazırlayacak olan her olumlu çalışma ve gayrette sizin yanınızda olacağımızı bilmenizi isteriz.

Sayın Bakanım,

Biliyorsunuz, eğitimimize yön ve şekil veren 1739 sayılı Temel Eğitim Kanunu, Türk Milli Eğitiminin genel amaçlarını hiçbir yoruma yer vermeyecek kadar açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Kanunun 3. maddesi: “Türk milletinin bütün fertlerinin ilgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamak; böylece bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmaktır.” der. Kanun böyle der de biz bu kanunun neresindeyiz? Çocuklarımızı, zekâ ve becerilerine göre yönlendirerek hayata hazırlayabiliyor muyuz? Ebeveynler çocuklarının geleceklerinden eminler mi? Çocuklarımız ve gençlerimiz, yarınlarına umutla bakabiliyorlar mı? Bütün bunlar bir yana biz, uygulanmakta olan bu eğitim sistemi ile dünyamızın en nadide çiçekleri olan evlatlarımızın beyinlerine ve yüreklerine sirayet ederek onların ruh dünyalarını tahrip eden yüzyılımızın mikroplarına, virüslerine karşı koruyabiliyor muyuz? Onları: Hakkı düşünen, haktan yana olan ahlaklı kişiler olarak topluma kazandırabiliyor muyuz?

Sayın Bakanım,

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrenciler için uygulanan “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” kısa adı PISA’nın değerlendirme sonuçlarına göre Türkiye fende 70 ülke içinde 51'inci, matematikte 48'inci, okuduğunu anlamada ise 49'uncu olmuştur. Bu rakamlar 2003 yılı rakamlarının da altındadır. Yine 2008 yılında yapılan bir araştırmada Türkiye eğitimde;145 ülke içerisinde 77 iken 2017 yılında 104 sıraya düşmüştür. (Word Ekonomik Forum) Üniversiteye girişte YGS ve LYS’nin yerine Temel Yeterlilik Testi (TYT) ile Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) getirildi. İsmi değiştirilen bu sınavlarda alınan sonuçlar gerçekten de Türk Eğitim Sisteminin iflası anlamına gelmektedir. 2017-2018 Eğitim- Öğretim yılı sonunda Üniversite sınavlarına 2 milyon 260 bin 273 öğrenci katıldı. 511 bin öğrenci ise sınavın ilk oturumu olan Temel Yeterlilik Testinde (TYT) 150 puan barajını geçemeyerek elendi.41 bin öğrenci yarım puan dahi alamadı. Kaba tabirle “sıfır” çekti. Temel Yeterlilik Testinde alınan; Türkçe 40 soruda 16, sosyal bilimler 20 soruda 6, temel matematik 40 soruda 5,6, fen bilimleri 20 soruda 2,8 ortalama ile gençlerimizin okullarında kazandıklarının ne derece yetersiz olduğunu göstermektedir. Diğer yandan Alan Yeterlilik Testi (AYT'ye) girip sınavı geçerli kabul edilen 1 milyon 877 bin 568 adayın ortalama doğru cevap sayıları ise şu şekildedir: Türk dili ve edebiyatı; 24 soruda 4,7, tarih-1; 10 soruda 1,6, coğrafya-1; 6 soruda 2,2, tarih-2; 11 soruda 1,4, coğrafya-2; 11 soruda 2,8, felsefe; 12 soruda 2, din kültürü ve ahlak bilgisi testinde 6 soruda 2 ortalama… Matematik 40 soruda 3,9, fizik 14 soruda 0,4, kimya 13 soruda 1,1, biyoloji 13 soruda 1,6 ortalama alınmıştır. Tablo bu istesek de istemesek de bu. Maalesef çocuklarımızı yetiştiremiyoruz. Hani bu rakamlara yabancı dili ilave etmiyorum. Gayet iyi biliyoruz ki ortaokulda ve lisede öğretilen yabancı dil, insanımıza hiçbir şey kazandırmıyor. Boşuna zaman, boşuna emek…

Sayın Bakanım,

Milli varlığımızın hamuru, milli kültürümüzün anahtarı, kalkınmanın, refahın ve huzurun temel taşı olan eğitim; ne yazık ki yılların aymazlığına, vurdumduymazlığına kurban edildi edilmeye de devam ediliyor. Oysa eğitim ve öğretimin şakası yoktur. Geriye dönüşü mümkün değildir. Siyasi birtakım tercihler, günübirlik politikalar, adam sendeciliklerle günü kurtarma endişeleri yanlışlıklar zincirine yenilerini eklemekten öteye eğitim ve öğretime hiçbir şey kazandırmaz. Kangren gibi görülen bu yaraya ilaç yok mu? Elbette var. Öncelikle kafamızı kumdan çıkartmalı etrafımıza bakmalı; gelişmiş ülkelerinin eğitim sistemleri incelemeli ve onların bu gün ulaştıkları noktada uyguladıkları eğitim politikalarını iyi tespit etmeliyiz. Milli Eğitim öncelikle siyasetin ve ekonominin rant aracı olmaktan kurtarmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı dernek, vakıf ve sendikaların inisiyatif kullanacakları bir alan değildir, olmamalıdır. Milli Eğitimin, milli vasfını esas alarak Türkiye’mizin hangi nitelikte ve hangi meslek dallarında ne kadar insanlara ihtiyacı olduğunun tespitini ve planlamasını yapılmalıdır. Yapılacak bu planlama çerçevesinde eğitim yelpazesini iyice açılarak seçenekleri çoğaltılmalı çocuklarımızın zekâ, ilgi ve yeteneklerini görecekleri eğitimin ilk basamaklarında tespit edilmelidir. Bu tespitlere paralel yönlendirmelerle ilk ve ortaöğretim kurumlarımızı yeniden düzenlenmelidir. Müfredat programları taranmalı; kişinin hayatında kullanamayacağı gereksiz bilgiler atılmalıdır. İnsanımıza hür düşünebilme özelliğinin yanı sıra birçok şeyi yarım bilen değil; bir şeyi çok iyi bilen, dalında uzman bir kişilik ve kimlik kazandırılmalıdır. Eğitim; ezbercilik ve şekilcilikten, dört beş çeldiriciye mahkûmiyetten kurtarılmalıdır. Mevcudu koruyan değil onu geliştirebilecek üretken insan tipi hedeflenmelidir. Öğrenmeye ilgi uyandıran, çocukta var olan yeteneklerin serpilip gelişmesine yardımcı olan, paylaşma duygunu geliştiren, kendi hakkını korurken, başkalarının haklarına da saygı duymayı öğreten anaokullarına mutlaka ağırlık verilmelidir. Bütün bunlar yapılırken bir taraftan da hammaddesi insan olan ve ona şekil veren usta sanatkâr öğretmen ve onun mensup olduğu öğretmenlik mesleğine ayrı bir parantez açılmalı; öğretmen yetiştiren okullar yeni baştan düzenlenmelidir. İhtisas ve sevgi mesleği olan öğretmenlik mesleği ileride iş bulma garantisi veren görüntüsünden uzaklaştırılarak istenilen, beğenilen, tercih edilen bir konuma getirilmelidir. Siz; "Öğretmenliği birine bir şey öğretmek zannediyorlar. Öğretmenlik bir insanın kendi öğrenme yolculuğudur, kendi olgunlaşma serüvenidir. Öğretmen kendi olgunlaşırsa çocuğa bir faydası olur.", diyorsunuz., doğru. O halde yapılması gereken bir yandan öğretmenlere kendini yenileyebilecek imkânlar hazırlamak diğer yandan da maddi problemleri gidermek ve onlara toplumda saygınlık kazandırmak olmalıdır.

Sayın Bakanım,

20 Temmuz 2018 tarihinde medya kuruluş temsilcilerine yapmış olduğunuz açıklamalarda öğretmenlerimizi rencide eden “Öğretmen Performans Sistemi”ni uygulamayacağınızı söylediniz. Bu öğretmenlerimiz açısından önemli bir karar. Eğitimin mutfağından gelen bir kişi olarak adı, Milli Eğitim Bakanlığı olan, ülkenin geleceğini belirleyen bu kurumun sizin engin liyakat ve tecrübelerinizle milli ve manevi değerleri her şeyin üstünde tutacağına inanıyoruz. Eğitim, uzun soluklu, sabır ve kararlılık gerektirir. Temelinde, bünyesinde ve tepesinde “ahlak” olmalıdır. Siz de ahlak üzerine inşa edilmemiş eğitim sisteminin geçerli olmadığını ifade ediyorsunuz. Bu görüşünüze sonuna kadar katılıyoruz. Ahlak elbette yaşayarak, yaşatılarak öğrenilir. Nasihatle, vaazla ahlakı bir yere kadar öğretebilirsiniz ancak onu yaşamadıktan sonra öğrettikleriniz de bir anlam ifade etmez. O nedenle yaşayarak öğrenilecek ahlak, eğitimin merkezine alınmalı yaşamalı ve yaşatılmalıdır. “İnsan temelli bir eğitim anlayışı kuracağız.”, diyorsunuz. “Çok endişe etmemiz gereken bir dönemde yaşıyoruz. Dünya 4'üncü büyük kırılmayı yaşayacak. Bunu tekillik çağı deniliyor. Fiziksel, biyolojik ve dijital olanın birleştiği bir çağ. Bu dünya farklılık yaratacak bir dünya. Aya füze gönderiyoruz. Ay tam karşımızda. Füzeyi oraya gönderirken istikamet veriliyor. Ancak aya nişan aldığımızda füze ulaştığında ay orada olmayacak. Biz çocuklarımızı geleceğe fırlatıyoruz. Bir çocuğun vebalinin derinden hissedilmedikçe öğretmenlik mesleğinin yapılması çok zordur.”, diyorsunuz. “Temel kavramımız adalet olacak. Ben bakan olmaya değil, gören olmaya çalışacağım. Bunu yaparken adaleti şiar edinmek vurgulamak istediğim şey. Bizim önceliklerimiz olacak. Dezavantajlı çocuklar, öğretmenler önceliklerimiz olacak. Veriye dayalı bir politika üreteceğiz.”, diyorsunuz. “Diploma temelli değil, vasıf temelli bir anlayış sergileyeceğiz.”, diyorsunuz. Bütün bunlar duymayı çoktan arzuladığımız sözler.

Sayın Bakanım,

Biz artık on beş yılda on dört defa değiştirilen bir eğitim sistemi istemiyoruz. İstediği okula yazılamayan 15 yaşındaki çocuklarımızın gözyaşı dökmesini istemiyoruz. Biz, ayakları yere sağlam basan, yarınlarına umutla bakabilen vatan ve millet sevdalı, temiz, dürüst, doğru ve ahlaklı nesiller görmek istiyoruz. Biz, çocuklarımızın yaşadığı acılı ve sancılı coğrafyanın dertlerini bilen, o dertlere çözüm bulmak için de yüksek bir tarih şuuruna sahip insanlar olarak yetiştirilmesini istiyoruz. Biz, her üniversite mezunumuzun mükemmel bir biçimde bir yabancı dil bilmesini istiyoruz. Biz, çocuklarımızın ve gençlerimizin zekâ ve yetenekleri neyi gerektiriyorsa o alanda yetiştirilmesini istiyoruz.

Sayın Bakanım,

Ömrünü eğitime adamış onun sancısını yüreğinde hisseden eğitim ve öğretimin hemen her kademesinde çalışmış emekli bir öğretmen olarak koca dağı yüklendiğinizi görüyor, anlıyor ve biliyorum. Allah, yar ve yardımcınız olsun.

2018-2019 Eğitim- Öğretim yılının size, bakanlık görevlilerine, öğretmenlerimize, öğrencilerimize hayırlar getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Allah’a emanet olunuz.

Saygılarımla