YORGUNLUK

Yorulmak, nesnesi olmayan bir fiildir. Yoruldum eylemine neyi, kimi sorularını yönetirseniz cevap alamazsınız. Ancak, dilbilgisinin bu çatı kuralı yorulma eylemini örtmeye yetmez. Yorgunum derseniz önce yorulmanın sebebini sorarlar adama; “niçin yoruldun?”, “neden yoruldun?”, diye. Öyle ya bir yorgunluk varsa ona mutlaka bir sebebi vardır. Ardından da “Kim yordu?” “Ne yordu?”soruları takip eder.

Yorulmanın ve yorgunluğun o kadar çok sebebi var ki... İş gören insanın kaslarında duyduğu ince sızı ile ortaya çıkan beden yorgunluğu belki de yorgunlukların en masumudur. Dinlenmek en büyük çaresidir bu yorgunluğun. Kısaca, beden yorgunluğu çareli yorgunluktur. Ancak bir insan, “Ey hayat! O kadar yorgunum ki susup da ağlayasım, ölüp de dinlenesim geliyor” diyorsa ortada çok daha yıpratıcı ve süreklilik arz eden ciddi bir durum söz konusudur. İşte bu ruhi yorgunluktur.

Peki, omuzlarına çökünce insanı mutsuz eden bu yüklü ağrının, ruhi yorgunluğun, sebebi nedir? Neden yorulur insan? Öncelikle yaşamak, yaşlanmak değildir insanı yoran. İnsanı yoran, yanlış insanlarla birlikte olmak, birlikte yaşamak zorunda kalmaktır. Hayatın zorluklarına bir de eşlerin, dostların, dost bilinenlerin duyarsızlığı vefasızlıkları eklenince insan ister istemez “durdurun şu dünyayı inecek var!”, diyesi gelir içinden. Bu, düşünce yorgunluğunu hisseden insanın çığlığıdır. Değer verip de elinden tuttuğu hemcinslerinin nankörlüğü, sahte yüzler, sahtekârlıklar, çıkarı için adam harcamayı doğal görenler öylesine yorar ve bıktırır ki insanı hayattan. Âşıkları maşukları yorar, memleket sevdalılarını; basiretsiz, ufuksuz, omurgasız, çapsız; kendi çıkarlarını ülke çıkarlarının üstünde gören bencil yöneticiler ile bukalemun kılıklı şaklabanlar yorar. İlim adamlarını, âlim kılığına bürünmüş cehalet yorar. Öğretmeni, yerlerde sürünen eğitim, öğrenciyi gelecek kaygısı yorar. Hâsılı her yorgunluğun vardır bir sebebi.

Yorgunluk bazen hasret olur gelir oturur insanın yüreğine bazen firkat olur birlikte olamamanın çaresizliği büker belini insanın. Yorgunluk; bazen hiddettir, bazen çaresizlik; bazen de karşılığı olmayan bir sevdadır kemirir içini insanın. Böylesi yorgunluklarda oturmak ister insan bulduğu en yakın kaldırım taşına ve dudaklarına iliştirdiği Sami Derintuna’nın: “Baharı beklerken ömrüm kış oldu/ Gözümde her zaman biraz yaş oldu /En güzel duygular bana düş oldu/Yorgunum dostlarım yorgunum artık” şarkısını paylaşmak ister kaldırım taşlarıyla.

Yorgunluk da tıpkı yalnızlık gibi şahsidir. Her ikisinde de insan en fazla kendini suçlar. Karşılık alamadıkları, yapamadıkları beyninde dans etmeye başlayınca da yalnızlığın yorganını başına çeker ancak bu iç hesaplaşmalar onu rahat uyutmaz, didikler ha bire…

Gerçek yorgunluk, insanın hayatla olan mücadele gücünü kaybetmesidir. Kendini yorulmuş hisseden kişi, küser hayata; kaçar, uzaklaşır insanlardan. Ya da hatıralara sığınarak teselli bulmaya çalışır. Böylesi insanlar yeni hayallere kanat açamaz, bedbin ve karamsar olurlar.

Duygusal insanlar, olumsuzluklar karşısında kendilerini bu girdaba daha fazla kaptırırlar. Bir bakın şairlerin yarım kalmış hesaplarla yılları suçlayan yorgun mısralarına, anlarsınız duygusalların yorgunluğunun neden diğer insanlara nispeten daha fazla olduğunu.

Şairleri en fazla yıllar yorar. Gelip geçen, delip geçen yıllar. Yılların yorgunluğunu damar damar kanında hisseden şairler, alırlar ellerine kalemlerini ve dökerler mısralara yorgunluklarını. Cahit Zarifoğlu; “Aklımdan çıkmıyorsun dedim/ Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya”, der. Edip Cansever: Uyumak istiyorum, çok yorgunum/ yorgun ve mutluluğum yaralı.”,diye yakınır. Yahyâ Kemâl: “Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden/ Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden” der, der de yorgunluğu hazana ve hüzne bağlar. “Bir zamanlar gözyaşını sevmezdin/ Şimdi neden yaşardı gözlerin/ Hasta mısın, yorgun musun nen var/ Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar”, diyen Victor Hugo sanki yorgunluğun sebeplerini sıralar gibidir mısralarında. “Dünyanın en uzun hüznü yağıyor/ Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne/ Kar yağıyor ve sen gidiyorsun/ Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun” diyen Erdem Bayazıt’ta yorgunluk yenilmişliktir hayatın ve olayların karşısında. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nda hüzündür yorgunluk;“Hüzün geldi başköşeye kuruldu/Yoruldu yüreğim yoruldu.” “Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!/ Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş”, diyen Bekir Sıtkı Erdoğan’da yorgunluk, hasrettir, özlemdir.

Kalbi yorgunlukların çaresi var mı bilinmez; ama Behçet Aysan gibi; “Benim o hep fırtınalarla boğuşan ruhum/ Yorulmuyor yaşamaktan.”, demek ne güzel; diyebilenlere ne mutlu... Allah, bizleri bedeni yorulan ama yüreği dinç kalan kullarından eylesin.