TUZAKLAR...

Sorularım var: 1912’den sonra yüzyıllarca üç kıtaya hükmetmiş Osmanlı’nın Jandarmasını Fransız Boman, donanmasını İngiliz Limpus, kara ordusunu da Alman Liman Von Sanders ıslah etmiyor muydu? Geri kalmanın bu acı sonucu yüzünden yazar, düşünür kesimi de Osmanlıcılık, Türkçülük, Batıcılık, Panislamizm… gibi siyasî akımlar karmaşasında değil miydi? 1.Dünya Savaşı öncesi hasta adam diye öldürüp tarihe gömmek için oldu bitti tuzağıyla Alman yanında 7 cephede binlerce şehit vermedik mi? Nasıl değişmişti ağıtlar yakılan bu kader?

Çanakkale cephesinde çıkarma yerini yanlış tahmin edip orduyu zora sokan Alman Komutana, askerî dehasını göstere göstere tüm kuvvetleri kendi emrine verdirmeyi başaran kimdi? Takdir-i ilahînin tesadüfleriyle fark edilip tarihe Çanakkale Geçilmez mührünü vurarak liderleşen kimdi? Milleti fikir çatışmalarına sürükleyen siyasî akımlardan hiç etkilenmeden aklın ve bilimin ışığında cumhuriyeti kuran kimdi? Ona karşı duranlara itibar etti mi millet çoğunluğu? Ortadoğuyu parça pinçik eden emperyalist tuzaklara adeta ortam sunan siyasî akımlar, çok çabalanmasına rağmen nasıl oldu da hiç ışıyamadı onun liderliğinde? Sonrakiler gösterebildi mi bu gücü?

Çok partili hayatın doğum sancıları ardından neler yaşadı bu millet? Kalıp fikirlerle vesayetçi olmaya soyunanlar yüzünden ne tuzaklara düştü, neler çekti? Tek tek yazmaya gerek yok ama büyük tecrübemiz 1980 öncesi sağ sol çatışmaları önemli! O yüzden yazdım gençliğe armağan Vebal romanını da Çanakkale Tarihini de. Nasıl gelmiştik iç savaş noktası 12 Eylül darbesine kadar? Hatırlayalım:

ABD 6.Filosu askerlerini denize atan gençlerle başlamadı mı gerilim tuzakları? Bu 68 kuşağı, sosyalist devrime soyunmadı mı? Dilini ustaca kullanan Nazım Hikmet ve yoldaşlarının edebiyatıyla dalga dalga yönlendirilmedi mi gençlik? Duvarlara çekiç orak çizmeye kadar varmadırmadılar mı işi? Millî bünyeye uymayan bu ideolojiyi nasıl benimserdi sıkılınca şüheda fışkıran toprağın vatansever çocukları? Ancak ne oldu sonuç?

Bu karşıtlıkla, tuzaklar kuruldu. 70’teki sol darbe tuzağı kurulamayınca 71 muhtırası, o da olmadı 74 affı derken kimliği belirsiz kişilerin katliamları ile karşıt fikirli gençler bilene bilene kurtarılmış bölgeler oluştu. Oralardaki kıraathaneler de yine kimliği belirsiz kişilerce silahla taranmaya başlandı ve Kahramanmaraş, Sivas, Çorum… olaylarıyla kitlesel katliamlara kadar varıldı. Siyasetçilerin yapabildiği tek şey, sürekli birbirlerini suçlamaktı.

Darbe oldu, yatıştı ortalık kısa süre ama 4 yıl sonra kuruldu bir tuzak daha! Sol ideoloji görünümlü ayrılıkçı hareket başlatıldı terörle. Bu sürerken de doksanlı yıllarda baş gösteren faili meçhuller, krizler… derken dünya şehri İstanbul belediyesinden bir lider doğdu yeniden. Adalet dedi, kalkınma dedi ya devlet içinden bir süre vasilik, ardından da sanki onu bitirecek hizmet kisveli sinsilik birçok çatışma yaşattı millete ve 15 Temmuz gece karanlığına kadar süren türlü türlü tuzaklar kurdular.

Bitmez bu tuzaklar, içte de dışta da kurulacak hep! Şimdi ABD çekildi Suriyeden. Niye? Satranç oynanıyor orada. Yorum çok. Tezgâhı yaşayıp göreceğiz elbet de içte neler olur acep? Tuzağa düşmeyelim yine, çok şey yaşadık:

Ünlü gazeteci Can Dündar, Atatürk belgeseli yapmıştı. Tıpkı Türkçe Olimpiyat etkinliklerine teşvik edildiği gibi o belgesele de yönlendirilmişti eğitim kurumları. İzlediğimde irkilmiştim. Atatürk, özel hayatı ile gözden düşürülüyordu adeta. Tepki de aldı çok. Nereye, niye kaçtı şimdi o? Önemli bir tecrübe değil mi bu kaçış?

28 Şubat sürecinde ekranlara da hakim gazeteciler irtica haberleri yapmışlardı. Bir grup şeyhin Başbakana hayırlı olsun ziyaretini haber saatlerine yoğunlaştırdılar önce. Zikir sahneleri ve bir kadın müridin şeyhiyle uygunsuz görüntülerini de sanki bu ziyaretle ilgiliymiş gibi sundular ekranlarda. Mütedeyyin insanların suskun vicdanları kanıyordu adeta. Yıllar sonra anlaşıldı ki makam sızıntıları sinsice planlamış bu sahneleri. Ama Erbakan hasmı sinsi cemaatin başıyla ilgili haber yoktu hiç. Sözde ılımlıydı ya! Batılı görünüşlü hanım gazeteci savunucuları vardı ya! Şimdi de nasıl ak kaşık olabildilerse bazı Tv.lerin gerilimci yorumcusu oldu kimileri(!)

Metin Akpınar, sanatlı anlatımla ima ve çağrışımlar taşıyan siyasî sözler etti. Çeşitli görüşler oraya buraya çekip duruyor şimdi. Demokrasi savunucusu mu, değil mi? Son cümlesindeki biz harap oluruz sözü çatışmadan kaçınma öğüdü belki. Görüşten öte bir art niyet taşımıyor da denebilir. Ancak 15 Temmuza kadar 16 yıllık süreçte, bunca ünlü ihanetini gören, oyla seçilmiş liderin hassasiyetini düşünmek gerekmez miydi? Herkes düşmana ve haine çanak tutabileceğini hesap ederek konuşmalı. Yan yana durduklarına da dikkat etmeli!

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın Şeyh Edabalî sözünü dilinden düşürmeyen Cumhurbaşkanı isterdim ki onun şu öğüdünün gereğini de yapsın: Öfke bize, gönül almak sana. Kem söz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlamak sana. Bölmek bize, bütünlemek sana! Lakin bu bilim, teknoloji ve iletişim çağında düşman hangi sızıntıyla içten vurur bizi belli değil ki! Ne tuzaklar kuruldu hoşgörülü liderlere? Bu ecdad öğüdü, tarih boyunca çok denendi çok! Özal, suikastın üstüne gitmedi de ne oldu? Güç, cesaret ve dirayet diyor millet ama adaletle diyor. Örneğin üst düzey kişiler çift maaş alır kararnamesi doğruysa iptal edilmeli diyor. Öğretmen emeklisi, liderin gözünde ben değersizim hissine kapılmaz mı? Bunu kullanarak gerilim tuzağı kurmak isteyenlere koz verilmiş olmaz mı? “Akletmez misiniz?” diyor ayetinde Allah da cümlemizi rahat vicdanlarımızla hain tuzaklarından korusun!