NEZAKET

Yapılan bir iyilik karşısında “teşekkür etmek”, işlenen bir kusurdan dolayı “özür dilemek”, birinden bir şey isterken “lütfen” diyerek söze başlamak, rica etmek, hatamızı kabul ederek “affedersiniz” demek, teşekkür edilme veya övülme karşılığında “estağfurullah” diyebilmek… Karşılaştığımız birine selam vermek, “günaydın”,“iyi günler”, “iyi akşamlar”, demek; başardığı bir işten dolayı kişiyi tebrik etmek… Her biri bir karşımızdaki insanı olumlu yönde etkileyen; inceliği, zarafeti, nezaheti, güzelliği, ölçüyü, görgüyü, kibarlığı, somutlaştıran gönül anahtarı bu ve benzeri sihirli kelimeler, aynı zamanda sevginin, saygının, terbiyenin de temeli; olmazsa olmazlarıdır.

Ne demişti Mevlana; “Sükût, incelik, edep ve zarafet insanı her gittiği yerde sultan yapar.” Edebin ve adabın somutlaşmış ifadesi olan nezaket, dostluk bağlarını kuvvetlendirir, sosyal ilişkilerimizde bize statü kazandırır, hayatımızı kolaylaştırır, karşımıza çıkan engellerin aşılmasında yardımcı olur. Bizler, gönüllerde taht kurmak, sevilmek, saygıya mazhar olmak istiyorsak başkalarına karşı samimi, içten, saygılı ve incelikli davranmalıyız.

Nezaket, uyulması gereken ahlaki kuralların uygulanmasında söz, davranış üslubu, inceliği ve yerindeliğidir. “Nazik olmak, hayatımızı nezaket kurallarına bağlı olarak sürdürmek zor mu?”, diye soracak olursanız “hayır!”, derim. Karşımızdaki kişiye “sen” diye hitap etmek yerine “siz” demek; emir cümlelerinden kaçınmak,“gelebilir misiniz?”, “yapar mısınız” demek; “anladınız mı?”, yerine “anlatabildim mi” diyebilmek; bizimle konuşan kişinin yüzüne bakmak; yüz ifademizle, jest ve mimiklerimizle, ses tonumuzla karşımızdaki insana güven vermek o kadar da zor olmazsa gerek. Nezaket, uyulması ve uygulaması basit ancak gücü, etkisi ve kazancı oldukça fazla olan insani ve ahlaki bir büyük fazilettir. Bu faziletten nasiplenmek istiyorsak davranışlarımızda samimi olmalı, yapmacılıktan uzak durmalı ve“hepsinden iyice bir gönle girmektir” düşüncesini kendimize düstur edinmeliyiz.

Biliyorsunuz insan olarak uymamız gereken ahlâki ve görgü kuralları vardır.

Nedir bunlar?

Selam vermek, selam almak,

Tokalaşmak, hal hatır sormak,

Büyüklere karşı saygılı olmak,

Karşımızdaki kişi konuşurken onu dinlemek, sözünü kesmemek, dinlerken yüzüne bakmak, başka şeylerle meşgul olmamak,

Karşımızdaki insanda kusur aramamak, açığını yakalayınca onu yüzüne vurmamak, alay etmemek, küçümsememek…

Hapşıran birisine; “çok yaşa!”,demek…

Yemekte yerken ağzımızı şapırdatmamak, çorba içerken höpürdetmemek…

Davete icabet etmek, şayet gidemeyecek durumda isek bunu nazik bir biçimde karşı tarafa bildirmek, bir ziyarette bulunacaksak önceden haber vermek; davet edilmeyen yere gitmemek…

Arkamızdan gelen bir kişi için kapıyı tutmak,

Sadece toplu taşıma araçlarında değil, yolda, hastanede, markette, kuyrukta hastalara, engellilere, yaşlılara, gebe ve çocuklu kadınlara sıramızı yahut yerimizi vermek,

Randevularımıza zamanında gitmek, insanları bekletmemek, misafirlerimizi kapıda güler yüzle karşılamak yine kapıya kadar geçirip güler yüzle uğurlamak,

Umuma açık yerlerde telefonla konuşurken sesimizi yükseltmemek, konuşan iki kişinin mahremiyetine kulak kabartmamak,

Haddini bilmek. Had bildirme gibi bir çirkinliğe kapılarımızı kapamak,

İnsanların inanç ve düşüncelerine saygılı olmak,

Bulunduğumuz mevkii, makamı karşımızdaki insanı küçümsemek için kullanmamak,

Yanlış anlaşılabilecek incitici veya imalı sözlerden kaçınmak,.

İnsanlara hak ettikleri konularda iltifat etmek,

Konuşurken sesimizi ayarlamak, bağırarak konuşmamak,

Argo kelime veya cümle kullanmamak,

Küfürlü konuşmamak,

Verdiğimiz sözü tutmak,

Kaş çatarak, yüz ekşiterek, burun kıvırarak her hangi bir imada bulunmamak,

Küçük meseleleri kavga sebebi yapmamak,

Böbürlenmemek,

Gösterişten uzak durmak,

İncitmemek,

Alçak gönüllü ve tevazuu sahibi olmak,

Empati kurmak…

Düşüncesizce ve öfkeyle söylenen bir sözün karşımızdaki insanın kalbinde onulmaz yaralar açtığını hiç bir zaman unutmamak,

“Söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir. Ağızdan çıktıktan sonra sen onun esiri olursun.” Hz. Ali(R.A) düsturunu kendimize rehber edinmek…

Daha da sıralayabiliriz.

“Nezaket, bütün bu ahlaki faziletlerin ve görgü kurallarının neresindedir?”, diye sorarsanız. Cevabım; “her yerindedir”, olur. Zira nezaket, hayatımızı güzelleştiren, kalitesini artıran sıraladığımız ve sıralayabileceğimiz ahlâki faziletleri ve görgü kurallarını söz ve davranışlarımızla kıymetlendirmektir.

Nezaket, kul hakkını disipline eden İslam dininin temelinde ve özünde vardır. Hazreti Muhammed-Sallallahu aleyhi ve selem; “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği, salim olduğu insandır.”, buyurarak çizdiği geniş dairede insanın insana karşı nasıl davranması gerektiğini belirtmiş; yapılması, uygulanması gerekli kaideler ve kurallar manzumesinin yapılışını ve uygulamasını kendi hayatında yaşamış veya nasıl yaşanılması gerektiğini hadisleri ile beyan etmiştir. O’nun “Güler yüz sadakadır.”, sözü dahi nezaketin ne kadar önemli olduğunun ifadesidir.

Tarih boyunca nezaket ve zarafetin timsali olmuş bir milletiz. “İncinsen de incitme” diyen bir gönül ve kültür dünyasının mensuplarıyız. Bu görüşümüzü teyit eden yüzlerce örnek vardır. Bilirsiniz ihtiyacı olan birine bir şey vermeye infak denir. İslam dininde infak önemlidir. İslam infakın nasıl verilmesi gerektiğini kaide ve kurallara bağlamıştır. Sağ elin verdiğinden sol elin haberdar olmaması infakta esastır. Osmanlıdaki “sadaka taşları” infak konusunda millet olarak ne kadar ince düşündüğümüze bir örnektir. Mahallenin belirli bir yerine konulan üzerleri oyuk taşların oyuğuna, gece karanlığında hali vakti yerinde olanların ihtiyaç sahipleri için koydukları para; ihtiyaç sahiplerince yine gecenin karanlığında ihtiyacı olduğu kadarı ile alınması ne güzel bir haslet ne ince bir nezakettir.

Nezaketi zıddı, kabalıktır. Ayıplamadan başka yaptırımı olmayan kabalık, dille olduğu gibi davranışlarla da kişinin saygınlığını zedeler. Kabalık, insanı arkadaş çevresinde olduğu kadar toplumda da dışlanan istenmeyen kişi durumuna düşürür. Kabalık ve görgüsüzlüğün temelinde, cehalet ve ilkelik vardır. Nitekim Hz. Ali(R.A) “Kaba bir kimsenin elinden, hayat suyu bile olsa içme” , diyerek kabalığın ne kötü bir davranış olduğunu anlatmıştır. Kişi, nezaketi ölçüsünde toplumda sevileceği, kabul göreceği gerçeği hiçbir zaman unutulmamalıdır.

1960’lı yıllarda başlayan köylerden şehre sağlıksız ve plansız göçler, uygulanan hatalı eğitim politikaları, kültür değerlerimizi yaşatacak çalışmaların yapılmaması, gelişen iletişim araçları-özellikle televizyon-vasıtası ile küresel güçlerin kültür değerlerinin ve hayat biçimlerinin gösterilen filmlerle özendirilmesi, bizi kültür değerlerimizden uzaklaştırmıştır. Bu uzaklaşma; kibar, ince ve şefkatli olma kimlik ve kişiliğimizi de hoyratça törpülemiştir. Bizi biz yapan kültür değerlerimize sahiplenememe ve onu yaşayamamanın ileriki boyutu kültür çözülmesi ve kendimize yabancılaşmadır. Ülke olarak, millet olarak var gücümüzle bu gidişe dur demeliyiz.

Çare? Çare eğitim…

Toplum hayatında bu kadar önemli olan nezaket ve zarafetin okullarda ders olarak okutulmasıdır. Unutulmamalıdır ki bizi biz yapan değerleri öğretmek, yarınlarımızı kucaklayacak çocuklarımızı ve gençlerimizi ahlaki, İslami ve insani konularda disipline etmek, kişilik sahibi olarak yetiştirmek okulların öncelikli görevlerindendir. Eğitimin ilk basamaklarında “Değerler Eğitimi” adı altında konulacak bir ders ile konuşma adap ve edebinin yanı sıra insan ilişkilerinde zarafetin ve inceliğin önemi; adalet, sevgi, saygı, dostluk, doğruluk, sorumluluk, vatanseverlik, yardımseverlik, sabır, arkadaşlık ilişkileri, hoşgörü, paylaşım, vatan ve bayrak sevgisi, empati kurabilme, nazik ve kibar olma konuları uygulamalı bir biçimde işlense kişi buradan edindiği bilgilerle kendi hayatını olduğu kadar yaşadığı çevre ve ülkeyi de güzelleştirir.