Mevdudî âlim bile değildir...

İslâm dünyası kadar Batı’nın da hayranlık duyduğu, çağlara damgasını vurmuş İmam Gazali hazretleri (rahmetullahi aleyh) mezhep kurucu olmamış, kendisi dört hak mezhepten (Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli) birini tercih ile amel etmek istemişti. Lâkin karar veremiyordu, sıkıntılıydı..

Bir gece rü’yâsında Peygamberimizi (salat’u selâm olsun ona) gördü. Baktı ki efendimiz bir kaleye doğru yürüyor... Kale muhkem ve çok büyük bir kale... Üzerinde Ehl-i Sünnet Kalesi yazıyor. Ve bu muhteşem kalenin de, Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli yazan dört (4) büyük kapısı var...

Hazreti Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), kaleye varınca bu kapılardan Şafii yazana yönelip oradan kendi Ehl-i Sünnet kalesine giriyor...

Uyandı ve büyük bir huzur duydu... Elbette rü’yâ ile amel edilmezdi ama bu kaide fıkhi meselelerde idi. Oysa burada şahsî (özel) bir durum vardı ve Resûlullah (s.a.v) onun sıkıntısını bu sadık rü’yâ ile gidermişti...

Demek istiyorum ki, böyle bir zat bile üzerindeki ilimle ucub etmiyor yani kendini beğenip büyüklük taslamıyor, bilakis sıradan bir mü’min gibi hareket ediyor, büyük bir mütevazilik sergiliyor. Oysa bakın Mevdûdî gibi ilim yerine cehalet tahsil etmiş ucuba kapılmışlar ne saçmalıklar sergileyebiliyor:

Bırak Gazali hazretlerini, mezhep imamlarını falan, herif sahabeyi dahi beğenmeyen, hattâ işi Resûlullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar götürüp saçma sapan laflar edebilen manyağın biri..

Meselâ “Kur’ân’ın Dört Temel Istılahı” risalesinin sonunda (156’ıncı sayfada) “Allah Tealâ Peygambere (sallallahü aleyhi ve sellem) Nasr Sûresinde farzları (yani peygamberlik farzlarını) eda ederken kendinden sadır olan kusurlarından dolayı Rabbine istiğfarda bulunmasını emretmiştir.” diyor.” Bu yediği büyük, çok büyük bir halt değil midir?

Mâsum sıfatlı (günahsız) olan diğer Peygamberler için bile böylesi şeyler kabul edilemez..Değilki son Resûl efendimiz (s.a.v) hazretleri için..

“Anlaşılan bu adam, günah olmadan tövbe olmaz biliyor. Ve Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) vazifesini eda hususunda günah işlediğini, kusur ettiğini sanıyor. Zavallı bilmiyor ki Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) istiğfarının mánâsı başkadır. O, namazdan çıktımı, “Estağfırullah, estağfırullah” derdi. Namaz günah mıydı ki, ondan dolayı Rabbine istiğfarda bulunurdu?

Helâdan çıktığında “Allahım senin affını dilerim” derdi. Acaba [def-i hacet ile] Rabbine isyan mı etmiş de af diliyordu? Böyle bir çok yerlerde istiğfar ederdi. Allah Tealâ Fetih Sûresinde [Nasr] “Ta ki Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışlasın” buyurarak umumi ilânda bulunmamış mıydı!

(.......) Mevdûdî sanki gözetleme kulesine yerleşmiş de kalbinde ve inancında beslediği “Bütün peygamberler hata ederler, günah işlerler; ismet daimi değildir” dâvasını ilân için fırsat gözetiyor. (.......) O [Mevdûdî], Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) sair insanlar gibi kimi isabet, kimi hata, bazen itaat, bazen isyan eden bir insan olduğuna inanıyor...

(.......) Mevdûdî’nin cemaatinden ilmi ile tanınan (!) Müftü Muhammed Yusuf, bana reddiye olarak yazdığı makalesinde: “Kur’ân bütün peygamberlerin asi ve günahkar olduklarını beyanla doludur. Sen ise onlar için mâsumiyet iddia ediyorsun” diyordu. Allah’a sığınırız. Buradan anlaşılıyor ki, bu fikir onun [Mevdûdînin] cemaatinin inançlarındandır. Onu liderlerinden ve başkalarından almışlardır. (Ahmed Davudoğlu, Dini Tâmir Dâvasında Din Tahripçileri, Bedir Yay.)

Devam edeceğiz inşá’allah. CUMANIZ MÜBAREK OLSUN...