Medyaya güven % 30. Niye? Demek mensupları halk vicdanını seslendirmeyi başaramamış. Somut ve net sonuç buysa     yazar, BİN araştırıp, sorup soruşturup, inceleyip, sağduyulu değerlendirmelerle de iyice düşünüp BİR yazmalı.

Medyaya güven % 30. Niye? Demek mensupları halk vicdanını seslendirmeyi başaramamış. Somut ve net sonuç buysa yazar, BİN araştırıp, sorup soruşturup, inceleyip, sağduyulu değerlendirmelerle de iyice düşünüp BİR yazmalı.

42 yıllık tarih araştırmacısı edebiyatçıyım. Edebiyat, tarihi takip eder; tarihi olayların detaylarını hep edebiyat yardımıyla içselleştirebiliriz. İnancım odur ki halk vicdanını seslendirebilmek, siyasî anlayışını hiç belli etmeden yalnızca STK'sına derdini yanan kitlelerden doğru bilgi ve görüş seçebilmeye bağlı. Bu yüzden haftalık yazıyorum ve asla köşemde işlediklerim, kendi görüşlerim değil. Gündeme düşen ne varsa halkın dert yandığı STK mensuplarından görüş topluyor, öyle yazıyorum.

Defalarca vurguladım: Bu köşe halk vicdanının sesi! Buna rağmen bazı okurlarım, e-posta ve telefonla beni övüyor veya yeriyor. Herkes bilsin ki tarihe tanıklık etmekten başka derdim yok. Fotoğraf objektifim neyi görüyorsa o! Kamuoyuna yine saygıyla arz ediyor, bu anlayışla medyanın halk güvenini kazanması yolunda mücadele veren kim varsa kutluyorum.

Sözcü Başyazarı Necati Doğru'nun Ekrem Abi Her Şey Güzel olacaktı yazısını bütün takipçilerimle paylaştım. Üzerine de şunu yazdım, tarihe not olsun: Garip gurebanın gönlünde tedavi edilemez bir yaranın açıldığının belgesi bu yazı. Aynı zamanda siyasetin hevesle değil, kitlelerin ruhunu yaşayabilme gücüyle olabileceğinin ve hiçbir siyasetçinin özel veya mahrem hayatının olamayacağının kanıtı. Başyazar, Muharrem İnce konulu bir habere aracı olmuş, sonra da mahcup edilip özür dilemişti. Bekledim ki üzerine gitsin, bu haberle ilgili doğruları ortaya çıkarsın ve kamuoyunun güvenini kazansın. Olmadı. Ancak şimdi gazetesinin birçok konuda körtaraflığının dışında, kamuoyundaki doğru tepkileri adaletle değerlendirip ülkenin her yerinde atan nabza tercüman olmuş. Devamını ve gazetesinin yönetimi ile diğer yazarlarına da örnek olmasını diliyorum.

Tv. lerde araştırmacı haberleriyle iyice ünlenmiş Uğur Dündar'ı da Ali Kalkancı, Fadime Şahin, Müslüm Gündüz…gibi oyuncularla şeriat korkusu yayma içerikli haber kaynaklarının kimler olduğunu ve bu programlarının 28 Şubat sürecine hizmet kurgusu olma durumu hakkında bugün ne düşündüğünü de dürüstçe açıklamaya davet ediyorum.

İktidar savunucusu yazarları da köşelerinde ve ekranlarda artık kraldan fazla kralcılıktan vaz geçmeye, doğru ve yanlışı kime ait olursa olsun halk vicdanını sararcasına ortaya koymaya davet ediyorum. Yakup Kadri'nin Yaban romanında suçladığı münevverler olup kanatmayalım halk vicdanını! Ekranlar, köşeler, sosyal medya, tüm iletişim kanalları birbirini suçlayan dedikodularla dolup taşmasın, insanların kafaları karışıp durmasın.

Çok kişiden duyduğum şu görüş dikkat çekici: Fetö örgütlenmesinde kimin hangi güçte, kimin kiminle yakın veya husumet içinde olduğuna varana kadar açıklayabilenler, nasıl oldu da onların ABD gizli servislerine çalıştıklarını anlayamadılar? Rahmetli Kamer Genç'in feryatları vardı. Fettullah Humeyni olacak, Ortadoğu ve Orta Asya'da islam halifeliğine soyunup ABD jandarmalığı yapacak diyenler vardı. Onlardan hiç mi etkilenmediler? Bu kadar saftılar da şimdi nasıl demeç ve yorumlardan hareketle gerçekleri görüp sezdiklerini iddia edebiliyorlar? Hidayete mi erdiler? Yeni hesaplar peşinde olmadıkları ne malum?

Arayıp sorduklarım da çok. İşsiz kalmış oğlunun-kızının ekmeği için diyorlar ki 'Ne olacak halimiz? Size hizmetkar olmaya geldik diyen iktidarın ardında en çok biz koştuk. Yolundan geçmeyenler işe yerleştiriliyor. Vekillerin talimatları bunları niye işe yerleştiriyor? Beynimi kurtlar kemiriyor.' diyenler var. Soruyorum, araştırıyorum: Devlete yerleşim KPSS ya da noter kurası ile. Özel sektör de kilitli. Ama insanları bunaltan işsizlik, fısıltılı kumpaslarla huzursuzluk aracı yapılıyor. İşsizlik bitmeli artık. Devletimiz güçlü diyoruz her vesile ile. Bu önemli derde ekranlarda çözüm öneren bir konuşmacıya rastlamadım nedense.

Hayır işiyle meşgul vakıflara, vergi muafiyetli Kızılay üzerinden bağış yapılıyormuş. Körtaraf olanlar başladılar doğruydu yanlıştı diye halkın kafasını allak bullak eden tartışmalara. O vakıflara da yasayla vergi muafiyeti getirilemiyor muydu? Dolambaçla kafa karıştırıp çekişme yaratmaya ne gerek vardı? Halk açıklık, şeffaflık diyor. Hizmetlerin anlaşılır dille sunulmasını istiyor.

Deprem acımızın yangını dinmeden de yine taraflar başladılar ileri geri tartışmaya. İktidar muhalefet de yuvarlak laflarla birbirini suçladı yine. Sanki tartışmacı taraftarlar birbirine girsin, halk arasında kaosa yelken açmış dedikodular başlasın der gibi. Çözüm öneren yok! Sen şunu yaptın ben bunu yaptım…Anlaşılır bilanço sunan yok. Oysa halkın STK'lara yandığı dert ne?

Devletimiz Japonya'dan çok mu aciz? Hala can kaybını önleyecek yasa çıkarma gücü yok mu? Deprem bölgelerinde belirli tarih aralığı belirlenerek bütün konutlara kimlik belgesi çıkarma mecburiyeti getirelemez mi? Kimlik belgesinde depreme dayanıklılık ve enerji tasarrufuna uygunluk onayı istenemez mi? Bu belgeye hak kazanmak için binasını sağlamlaştırmak ya da yıkıp yeniden yapmak isteyenlere ekonomik durumları gözetilerek yardım ve uzun vadeli faizsiz kredi vermek çok mu zor? Bankalar batar mı yani? El insaf diyor halk, vicdan diyor! Ekranda gördüm bir konuşmacıyı: Vekiller ve üst düzeydeki yüksek maaş alanlar birer maaşlarını deprem yardımı olarak bağışlasın diyordu, bunu ısrarla bekliyoruz diye feryat ediyordu.

İnsanlar idrakte artık. Gelir adaletsizliğini hazmedemez oldu. Ağır vergileri, trafik kazalarını önlemede hiç fonksiyonu olmayan cezaları da taşıyamaz oldu. Eskimiş, köhnemiş binalarda ölümü kader diye vatandaşlarına reva görmek, bu büyük milletin yöneticilerine hiç yakışmıyor. Geçim derdinin ve onun acısıyla kıvranan insanların gelir adaletsizliği yakınmalarının önüne geçilmesi şart diyor halk vicdanı. Yeter artık, adaletle yönetin, biz geçim derdindeyken gereksiz harcamalar yapmayın diyor.