Eğitim zayiatıyım

İlkokula yedi yaşında başlanıldığı zamanlarda, altı yaşında okula gönderildim. Rahmetli annem 15 gün boyunca, benim sınıfımın camından görülebilen bir tepe üzerinde kazak örerek, ilk dersten son derse kadar bekledi. Çünkü annemi göremeyince sürekli ağlıyordum. :))) Ama babamdan korkuma, “okula gitmek istemiyorum” bile diyemiyordum. Çünkü babam annemden daha iyi döverdi. Yaramazlık yapınca annem döver, ağır yaramazlık ise ayrıca babamda akşam eve gelince döverdi. Akşam babaya şikayet edilmek en büyük korkumdu. Korkumdan okula gitmek zorunda kaldım. :))) Tek silahım ağlamaktı. Okula gitmemek mümkün değildi, çünkü bizzat babam okula gelip yazdırmıştı.

***

Her sabah andımızı söylerlerdi öğrenciler, bende sabahları tekrar ederdim. Tabi o zamanlar (1978) andımızı öğrenmek, öğrencinin farzı olduğu için ilk hafta, birinci sınıf öğrencileri okul disiplinine alıştırılır, ikinci hafta andımız ezberletilirdi. Öğretmen, andımızı ezberletmeye başladığı ilk gün, “andımızı bilen var mı?” diye sorunca, ben tahtaya çıkıp okumuşum. Fikiptepe’nin varoş bir okulunda, okula yeni başladığı halde, andımızı ezbere okuyan bir çocuk çıkınca, öğretmen hemen annemi çağırıyor, “siz buna andımızı öğrettiniz mi?” diye soruyor. O da yok, ben okuma yazma bilmiyorum zaten, öğretecek başka biride yok, diyor. Öğretmen hayret nasıl öğrendi o zaman diye soruyor. Sabahları andımız okunurken, herkesle beraber tekrar ediyor orada öğrenmiştir” diye açıklama yapıyor annem. Öğretmen; sadece beş sabah herkesle beraber okunan andımızı onlarla beraber tekrar ederek, ezberlemiş olmama çok şaşırıyor. Anneme, “bu çocuk çok çabuk ezberliyor, mutlaka okutun” diye tembihliyor. Tabii bu tembihi ben sonradan öğrendim, üniversite bitince.

***

Sonra ben ilkokul birinci sınıfta okumayı öğrenemedim, okul bittikten sonra ek 15 günlük sadece okuma öğrenemeyen öğrencilerin gittiği tembeller kursuna kaldım. :)))) Neden kaldığımı, yıllar sonra anladım. Yıl, 1978; yer sağ-sol çatışmasının en yoğun olduğu İstanbul Fikirtepe (nüfusun yarısı Alevi yarısı Sünni). Siyasi çatışmalardan doğan terör had safhada. Okulumuzun adı: Devrim ilkokulu idi. Nerede ise her ay öğretmenim değişirdi. Yani hafızamı keşfeden ilk öğretmenimin özel ilgisi göremeden gitmişti. Yeni öğretmenler beni tanımaya fırsat bile bulamamışladır, sanırım. Çünkü çok sümüklü bir öğrenci idim. :)))) O kadar sümüklü idim ki, mendiller yetmezdi, çocukluk işte, kollarımı mendil yapardım. :)))) Sümüklü olmamak için bir çare var mı idi, neden çare aranmazdı, bilmiyorum. Tabi tertemiz öğrencilerin içinde itici bir durum olduğu, için öğretmenlerimin, bana biraz mesafeli olduğunu sonradan anladım. :))) İlkokulda hiçbir öğretmenimin benim sırama oturduğunu veya yakından ilgilendiğini hatırlamam.

***

Okuma yazma öğrenmek için çok da imkanım yoktu, babam mermer ustası idi, eve çok yorgun gelir, erkenden uyuya kalırdı, annemin okuma yazması yoktu, sokağımızda okuma yazması olan ders sorabileceğim bir yakınım yoktu, başka sokakta oturan, benden 4 yaş büyük olan teyzemin kızına ders sormaya gittim birkaç kere, ancak herhalde çok sinirlendirdim ki, bana bağırıp çağırıp, beni kovdu, bende bir daha hiç kimseye hayatım boyunca derslerimi sormadım. Hayatım boyunca hiç kimseye ödevlerimi yaptırmadım, yapabildiğimi yaptım, yapamadığımı bıraktım. Fena bozulmuşum. :)))) Tüm bu imkansızlıklar içinde tembeller kursuna kaldım, orada da okumayı öğrenemeden ikinci sınıfa geçirdiler.

***

İlkokulun ikinci ve üçüncü sınıfını memleketim olan Sinop’un köyünde okudum. Orada terör yoktu. Herkes tanıdıktı. Ama ben İstanbul’da erken 6 yaşında okula başlamıştım, köyde herkes okul çok uzak olduğu için daha büyük yaşlar da okula başlıyordu. Dolayısı ile bütün sınıf arkadaşlarım en az benden iki yaş büyüktü ve biraz eziktim. :)))) Okul uzaktı, yürümek zordu. Öğrenciler çok yaramazlık yapınca, sıra dayağı atılıyordu, ben suç işlemediğim halde, o küçük yaşımda başkalarının cezasını ödüyordum. O okulun öğretmenleri, köylü çocuklarını her yapılan yanlışında cezalandırarak disiplin sağlama yöntemi seçtiği için, ikinci sınıfta ancak öğrenebildiğim okuma, dayak korkusunun verdiği okul gitmekten nefretle iyice zayıf kaldı. Üçüncü sınıfta duraksayarak okumak, dayak sebebi idi. Ve yanlış yapmak katı şekilde cezalandırılıyordu, çünkü etlerimiz öğretmenlerin, kemiklerimiz ailemizindi. :))) Ama neyse, en azından dayak stresi altında da olsa okuma-yazma ve dört işlemi öğrendim. Ayrıca köy havası iyi gelmiş olacak sürekli burun akıntısı rahatsızlığından kurtulmuştum.

***

Sonra tekrar İstanbul’a geldim, ilkokul dördüncü ve beşinci sınıfı yine Fikirtepe’de eski okulumda okudum diyorum ama okumadım sadece gittim. Ancak bir farkla, 1980 darbesi sonucu; Devrim ilkokulu, Muratpaşa ilkokulu ismini almıştı. Yani terör bitmiş, Devrim idealleri bitmiş, darbeci paşaların sultası başlamıştı. Ama ben bunların farkında değildim. İlkokul dördüncü ve beşinci sınıf da hiç ders işlenmedi. Dördüncü sınıfta öğretmenimiz hamile olduğu için ilk dönemin başında izne ayrıldı, tüm sene yoktu. Bizler tüm yıl boyunca öğretmen olmayan sınıfa geldik. Boş derste yaramazlık yaptığımız içinde nöbetçi öğretmenlerden bolca dayak yedik. Gördüğünüz gibi yine dayak. :))) beşinci sınıftaki öğretmenimiz, nişanlısından ayrılmış olduğu için psikolojik sorunları vardı; ders işlemez, kendi kendine konuşur ve şarkı söylerdi. Gürültünün çok olması nedeni ile okul müdürü sınıfa gelirdi ve ders yapılışını izlemek için beklerdi. Öğretmende bir öğrenciye sosyal bilgiler kitabını okutturur, Müdür gidince ders işlemeyi bırakır, kendi kendine konuşarak ve şarkı söyleyerek sınıf içinde volta atmaya devam ederdi. Aşırı gürültü yapanları döverdi. Dördüncü ve beşinci sınıf, isim-şehir ve SOS oyunları gibi oyunları oynamakla geçti. En iyi eğitim aldığım yer televizyondu, her gün “televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız” yazısını görünceye kadar seyrederdim.

***

Dayaklı eğitim metodu ile İlkokulu bitirdiğimde, sadece okuma yazma ve dört işlemi biliyordum. Diploma notum orta idi, matematiğim zayıfın bir üstü olan geçerdi. Yani beş üzerinden iki idi. Okula gitmek istemiyordum. Haftaya ortaokul anılarım inşaallah…