DÜŞÜNCE VE İRADE

Düşünme ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü, insan olmanın temel haklarından biridir. İnsan, tarihsel gelişimi açısından ve doğası gereği düşünmeden ayrılamayacak bir varlıktır. Düşünmenin bu denli önemli, insan doğasının ayrılmaz bir bütünü olmasından mütevellit, düşüncenin doğal bir sonucu olarak insanın kendini ifade etmesi düşünmenin bir diğer sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Düşüncenin tek sınırı kişinin kendi görgü, deneyim ve hayal gücüdür. Bu sebepten ötürü ifade etme özgürlüğü tarihsel olarak birçok süreçten geçerek gelişmiş, çağdaş anlamını ve önemini kazanmıştır.

Çağdaş demokrasinin ve hukuk devletinin bir gereksinimi olan düşünme ve ifade özgürlüğü kavramlarını, tarihsel gelişimi açısından irdeleyecek olursak; Antik Yunan’da teorik olarak tartışılmaya ve temellendirilmeye başlamıştır. Sokrates, “bir düşüncenin doğruluğunu ararken insanların genel doğrularından bağımsız olarak gerçeğe ulaşmanın diğer yolları aranmalıdır” diyerek düşüncenin önemini ifade etmiştir. Toplumun genel düşüncelerine bu kadar zıt bir fikrin cezalandırılmaması o zaman kaçınılmazdı. Düşünce özgürlüğünün önemini M.Ö. 399 yılında yargılanarak ve ölüme mahkum ederek ödedi. Sokrates’in savunması, düşünce özgürlüğünün insanın en doğal hakkı olduğunu ifade etmesi açısından bu konudaki en değerli kaynaklardan biridir. Sokrates’e göre birey vicdanının göz ardı edilemez önemi ve tartışma ve eleştirinin sosyal, toplumsal önemi düşünce ve ifade özgürlüğünün ana ruhunu yansıtmaktadır. 16 yüzyıldaysa ifade özgürlüğü, kilisenin sarsılmaz otoritesinin sınırını belirleme ve daha önce karışılmayana hukuk için, eşitlik için karışma rolüyle önemli bir misyon üstlenmiştir. Bu açıdan bakacak olursak inanç özgürlüğü ve ifade özgürlüğü birbirleriyle tarihsel ilişki içerisindeki kavramlardır. Hukuksal özgürlüğün, hukukun üstünlüğünün bir sonucu olarak bireylerin hukukun çizdiği yasal sınırlar dışında hiçbir sınıra tabi olmadan, hiçbir otoritenin baskısı altında kalmayarak düşüncesini ifade özgürlüğü çağdaş anlamını kazanmıştır.

İfade Özgürlüğü, ülkemizin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. Maddesinde yer almaktadır. Burada ifade edildiği üzere, ifade özgürlüğünün temel ruhu; kişilerin düşüncelerini kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ifade etmesidir. Aynı zamanda söz konusu maddede ifade özgürlüğünün, haber, görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsadığı belirtilmiştir. Bireyin düşüncesini ifade etmesinin önünde somut veya soyut engeller varsa orada ifade özgürlüğünden söz etmeye imkan yoktur. Bir diğer ifadeyle bireyin düşüncesini ifade etmesine imkan tanımamakta ifade özgürlüğünü çiğnemek anlamına gelir. Söz konusu maddede ifade özgürlüğünün hangi durumların olması halinde sınırlandırılabileceği belirlenmiştir. Bu nedenlerde genişletici yorumun yapılması da söz konusu özgürlüğü korumanın ruhuna aykırıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine benzer şekilde Anayasamızın 26. Maddesinde de düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti düzenlenmiştir.

Baskıcı ve totaliter rejimlerin en korktuğu düşmanlarından biridir düşünme ve düşünmeyi ifade etme. Bu tarz rejimler düşünmeyen bireyler yetiştirme üzere kurmuştur sistemini. Düşünmeyen, sorgulamayan, araştırmayan bireylerin kendi ikballerini sağlama alma konusunda en güvendiği silahlarından biridir. Demokrasinin ve hukuk devletinin olduğu yerde toplumun bu tarz bilinçsiz yığınlar haline devşirilmesi de söz konusu olmayacaktır. Zaten bu tarz toplumların akıbeti de derin buhranlar, toplumsal kırılmalar olacaktır. Bu tarz toplumlarda bireyin düşünmesinin ve düşünmesini ifade etmesinin önünde görünür veya görünmez setler bulunmaktadır. O toplumun gelişmesi, çağdaşlaşması ve evrensel düzeyde yer edinmesi de bireylerin bu aşılmaz setleri aşmasıyla mümkün olacaktır. Yazımın ilk satırlarında da belirttiğim noktaya gelmiş oluyoruz böylelikle. Bugünün dünyasına baktığımız zaman, 2500 yıl öncesindeki düşünmeyi ifade etme aşamasını tartışmaya geri dönen toplumların kaybetmeye mahkum olduğunu göreceğiz.