Düşerse bir düş gönüllerimize, düşüşünü durdurur insanlığın ve düşünü hakikat kılarız kim bilir. Başkaları için ütopya denecek tüm sözler ve düşler bizim için yürünecek yol gerçekleştirilecek düştür kimse anlamasa da.

Düşerse bir düş gönüllerimize, düşüşünü durdurur insanlığın ve düşünü hakikat kılarız kim bilir. Başkaları için ütopya denecek tüm sözler ve düşler bizim için yürünecek yol gerçekleştirilecek düştür kimse anlamasa da. Ne Halep ne azez ne Keşmir düşlerimizden hiç çıkmadı. Hiç urumçisi olmayan bir rüyaya uyanmadık biz. Pataniyi görmediğimiz düşleri düşmek bildik çukurlara ve arakan… kap kara kan revan olsa da hala düşlerimiz yıkayacak yüzlerini çocukların, annelerin umudu olacak düşlerimiz biliyoruz. Birbirinden güzel ormanlar, ırmaklar, çeşit çeşit balıklar ve tabiatın ahenkle cümbüş ettiği Keşmir elbet düşümüzdedir, elbet düşümüzdür ve onlarsız her yarın tasavvuru elbet düşüştür. Kerkük bizim! Petrolü sizlerin olsun insanlığı kararanlar! Biz yüreklere talibiz. Musul bizim! Tıpkı Ankara nasıl onlarınsa öyle! Groznimiz var Kafkas dağlarında, dağlarca ve düşmanı çatlatırcasına dimdik! İstanbul kadar bizim. Ve sokaklarını tanırız Bosna'nın. Düşlerimiz var çünkü bosnaya dair. Mostarımız var. Aliyamız var. Ve aliya-laşmış binlerce Boşnak var topraktan dört mevsim fışkıran bereketli tohumlar gibi. Bir düşümüz var bizim! Kimseyi ilgilendirmeyen, uykuları kaçırmayan, huzura müdahale etmeyen... Tüm düşmanlar ve ihanete meyyallerin uykularını kaçırmaya da yetecek kadar metafizik ötesi. Düşlerimiz umudumuzun merkezi. Ve umduğumuz tüm aydınlıklar yarına umutla bakabilmesi için çocukların.

Bir düş düştü gönüllerimize… Şiirimize şuurumuza müdahale eden bir düşümüz var. Bir mağarada ümmi bir adama oku dediğinde görünmez bir varlığın sesi, soluğu nasıl kesildiyse ümminin ve nefes nefese nasıl vasıl olduysa haticesine nasıl korktu nasıl kederlendi nasıl üstlendiyse ulvi vazifeyi… o gün ki heyecanla nefes nefeseyiz… ve o günden beri düşteyiz düşe tüm yürüyüşümüz.

Fırat kenarındaki kuzular dahi düşümüzdür ve medain saltanatının zulmü uykularımızı kaçırır yeni düşlere gebe bırakır bizi. Ve bir Selman düşüyle yıkılır tüm surları saltanatları persin, halid ebu ubeyde ikrime romanın direklerini ve iffetsizliğini başlarına geçirir ömürleri bu uğurda yitecek gidecek de olsa. Ve bir vahşi durur sapkınlar ordusunun karşısında. Düşlerine çelme taktığı peygamberin gözleri gülsün diye, yeni düşleri olsun diye insanlığın ve düşümüze gölge düşürenler çukurlara gelsin diye. Bir harbe bir beden zeyd bin hattab yatarken bir tarafta, halid ter yerine kan atarken derisinden ve kılıç vurmamış yeri kalmazken teninde, ümmetin hafızı salim ebu huzeyfesiyle el ele kahkaha ile koşarken cennete bir Abdullah elinde yayıyla yıkar koca bir gövdeyi ve yemameye şanlı şehitler düşer bir yandan bir yandan küfür ve nifak yerle bir olur. Ve vahşi güler acıyla. Düşlerini geri kazanmak için. Mağaradaki ümmi adam gülen gözleriyle baksın diye esmer tenine. Hamzaya kıyan demesinler diye bundan böyle. Ve bilmez ki vahşi insanlar yemameyi bilene dek hep kızacak sana hep hakaretler sitemler edecek. Ve gerçekleştirdiğin düşleri hiç anlayamayacak.

Bir düşümüz var…

Kızıl dağlarına umut götürmekten fazlası hemde Türkmenlerin. Halebe hamaya humusa azeze lazkiyeye ekmekten çok düş götürmek… ve zulmü kaldırmak ortadan.

Düşümüze ne kadar uzaktayız bunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir hakikat var o da düşümüze yürümediğimiz her anımız düşüşümüz karanlıklara ve kayalıklara paramparça olurcasına…