Koranavirüs bulamasın diye bahçeli evime kaçtım başkent Ankara’dan Bodrum’a. Doğayla iç içeyim ya hiçbir yere de çıkmıyorum. Maskemi takıp markete gidiyorum sadece. Uzun sürecek bu felaket. Lakin insanların çoğu hâlâ bana bir şey olmaz diyor.

Koranavirüs bulamasın diye bahçeli evime kaçtım başkent Ankara'dan Bodrum'a. Doğayla iç içeyim ya hiçbir yere de çıkmıyorum. Maskemi takıp markete gidiyorum sadece. Uzun sürecek bu felaket. Lakin insanların çoğu hala bana bir şey olmaz diyor. Şaşmıyorum hiç. Niye? Anadolu aydınlanmasının son ışığı Köy Enstitülerinden saygı duyulası Eğitimci Merhum Hasan Şen'le sohbetim geliyor aklıma. Bu milletin aklı gözündedir, laf dinlemez asla, göstereceksin illa demişti bana. İş İçinde Eğitim Projemin de temeli bu bakış açısı olmuştu.

42 yıllık meslek hayatımda öğretmeye değil, yaşatarak eğitmeye odaklandım hep. Her dersim tiyatro oyunu oldu adeta. Lakin kapalı ortamlara tutsak, doğa özlemimin hayal gücüyle yapabildim bunu. Daha önce detaylarıyla açıkladığım Şûra Sûresi 30, Enfal Sûresi 72,73. Ayetlerine rağmen İslama zarar diye kapattık Köy Enstitülerini. Sonra da iş-geçim derdine düşürdük insanları, belli süreç içinde doğadan kopara kopara büyük kentlere göçürdük. Gecekondular sardı kentlerin kenarlarını önce. Kenar mahalle, varoş dedik buralara. Sonra imar-yatırım diye toprağı derinlemesine kazıp beton bloklara yığıldık. Köy çocuklarını da taşımalı eğitim adıyla kent merkezlerindeki okullara taşıdık. Şimdi okulların açılması tehlikeliymiş. Köy okullarında da olur muydu?

Koşuşturma hep başta İstanbul büyük kentlere, Anadolu yine ihmal. Kerpiç evler yıkıladuruyor depremlerde hala! Köylerin doğayla bütünleşerek uygarca yaşaması için hiçbir planlama-proje girişimi var mı? 'Bir ilkbahar sabahı kırlara uzandın mı hiç?' diye soran şarkı kulaklarımızda çınladı durdu hep. Ama Teknoloji, sanayi, nüfus çekici kentsel yatırımlar derken tümüyle tasfiye ettik doğayı, hiçe saydık. Denizde balıklar plastik yiyor şimdi; diğer et gıdamız sığırlar ve tavuklar yeşilliklere, böceklere, güneşe hasret. Köy merası kaldı mı hiç? Toprak verimsizleşti. Bitkiler yapay gübreleme ve ilaçlamaya muhtaç. Canlıları birbirini beslesinler de doğada denge sağlansın diye formatladı Allah'ım. Bunu bile bile bitki ve hayvanlarımızı doğasıyla bütünleştirmeden tutsak edici seralar, çiftlikler kurduk da ne oldu? Bozuldu gıdalarımız, sağlığımız; hastaneler tıklım tıklım.

Bodrum'daki bahçemde meyve ağaçlarım verimsizdi. Üç beş meyveyi de böcekler, karıncalar yerken gördüm. İlaçla dediler. Ama bahçe işine bilimsel araştırmalarla kafa yormuş komşum ilaçlı pazarda da var, bunların bir farkı olmalı; sirkeyle arap sabununu karıştır da püskürt üzerlerine, böcekler gelmez. Bir kaç da civciv al, yesinler böcekleri, sana da can şenliği dedi. Yaptım dediğini. Ne karınca kaldı ne de böcek bahçemde. Ağaçlara konan cırcır böceklerini de kendim atıyorum önlerine. Birbirlerinin ağzından kapmak için koşuşturup duruyorlar. Onları izlerken kafam iyice dinleniyor. Komşumun horozu var, sabah ezanından önce ötüyor. Ancak başka bir komşum ona tepkili: Tatile, kafa dinlemeye geldik; köy mü burası horozun ne işi var sitede? Madem öyle seneye eşek bağlayacağım bahçeme ben de, anırsın dursun. Bu tepkiyle sarsılıp internetten tüm hayvanların sesini dinledim.

Bir başka komşum da bahçe toprağımda kedi dışkısından bıktım diye yakınınca dedim ki ona: Koca koca fareler cirit atıyordu burada, kedileri siteye getirenlerden Allah'ım razı olsun! Dışkılarını gömme içgüdüleri var; Allah'ım niye böyle formatladı onları, günün birinde biz de gömülmeyecek miyiz toprağa? Hele bir düşün ey komşum!

Doğanın sesini duyup benim gibi huzur dolan çok ama yürekleri beton bloklarda kent gürültüsünden kabız olmuşlar da aşırı sessizliği özlüyor. Haklılar da. Bodrum'un bir başka yüzü de barlar sokağı.Tıklım tıklımdı, ağız ağızaydı insanlar orada. İçki seldi, sigara dumanı baca tüter gibiydi adeta. İbret için gider izlerdim Batı kökenli kentsel sosyal yaşam rezaletini. Bu sene gidemedim ama ot olduk evlerimizin bahçesinde, hayat felç diyenlere çok rastladım. Onlar da haklı. Öyle bir hale geldik ki herkes haklı. Bunun adı ilahî kanunlara ihanetlerin yarattığı mutasyon değil mi? İktidarlar, ilahî yasalarla donanmş doğanın sesini de kendi yurdunda kültürel kimliğine uygun yaşamak isteyen halkın sessiz çoğunluğunun talep sesini de duyup hak-adalet terazisinde tartabildi mi?

İsra Sûresi 11. Ayet 'İnsan, sanki hayrı ister gibi kötülüğü istemektedir ve çok acelecidir.' diyor. Demek ki günahı hak saydığımızdan işliyoruz ve sabredemiyoruz. Aynı sürenin 13,14,15,16. Ayetleri de ardı ardına şöyle: 'Her insanın yaptıklarını kendi boynuna asmışızdır ve onun için kıyamet günü ortaya bir kitap çıkarırız ki onu şöyle karşılar: Oku kitabını! Hesap gören olarak bugün sana nefsin yeter! Kim doğru giderse sırf kendi lehine gider. Kim de sapıklık yaparsa ancak kendi aleyhine yapar ve hiçbir günahkar, başkasının günahını çekmez. Biz bir peygamber göndermedikçe azap etmeyiz. Bir memleketi yok etmeyi dilediğimiz zaman oranın ileri gelenlenlerine itaat emrederiz. Onlar da itaat etmezler ve orada kötülük yaparlar. Bunun üzerine, artık o memleket aleyhine karar gerçek olur. Onu mahvedip yerle bir ederiz.'

Salgın derdiyle acze düşen dünya üstünde buyruklarını sunduğun İslamın yolunda doğru yüreyenlerin hatırına milletimi helak eyleme Allah'ım! Emperyalist ABD Başkan adayı Bıden, çatışma üretmekten başka plan-projesi olmayan şimdiki muhalefeti destekleyecek ve Erdoğan'ı oyla düşüreceğim diyor. Salgının da körüklediği işsizlik, geçim derdindeki halkı yanıltabilirler. 2002 öncesi kargaşa ortamlarına dönme tehlikesi oluşabilir. Düşmana-haine fırsat verme Allah'ım! Doğanın da halkın da sesine göre yönetim planlanları hazırlayabilme ehliyeti olanlara siyasete atılma cesareti ver Allah'ım! Çok çağrı yazdım: Halkın sesi başta muhtarlar STK'larda. Onlara da sızıntı olur diyenler oldu ya yönetimler değildi kastettiğim. STK genel kurullarının oy çokluğu ele geçirilemez ki! Bu oy çokluğunun sesini dinleyebilecek ehil siyasetçiler özlemindeyiz, nasip eyle Allah'ım!