Bahriye Mektebi Camii, Müslümanların Heybeliada’da toplanıp bir araya gelebildiği en önemli mekandı. Bu cami, Osmanlı’dan kalma olup sanatsal açıdan da değerli bir eser idi. Üzerinde özgün bir hat ile yazılmış beyitler bulunuyordu.

Bahriye Mektebi Camii, Müslümanların Heybeliada'da toplanıp bir araya gelebildiği en önemli mekandı. Bu cami, Osmanlı'dan kalma olup sanatsal açıdan da değerli bir eser idi. Üzerinde özgün bir hat ile yazılmış beyitler bulunuyordu.

Fakat ne yazık ki bir zamanlar ülkeye hükmetmiş olan yönetici ve komutanlar, Reisicumhura şirin görünmek için bu güzelim camiyi yıktılar. Hem ada, hem de Bahriye Mektebi camisiz kaldı.

Halbuki adada bulunan Hıristiyanların kendi mezheplerine göre kiliseleri ve Yahudilerin havrası vardı. Bir yıldan fazla ada halkı camisiz kaldı. Nihayet bir hayırsever adaya cami yapmak fırsatını buldu.

Şimdilerde Heybeliada vapur iskelesinin yanında başka bir camii daha vardır. Lakin tarihi eser niteliğindeki bu mekan yıllardır büyük emek verilmesine rağmen hala açılamamıştır.

Milli Savunma Bakanlığı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı işbirliği içerisinde bu caminin açılmasına engel olmak için ellerinden gelen her türlü engeli çıkarmaktadırlar. Camin her şeyi planı, projesi hazır olduğu ve çeşitli kurullardan geçirilerek onay alındığı halde maalesef hala bir temeli atılamamıştır. Bu feci durum kimseyi rahatsız etmemektedir.

Bunun en önemli sebebi denizciler içinde Sabetaycı denilen dine düşman insanların varlığıdır. Hükümete parmak sallayıp tehdit eden 104 amiralin denizci olması benim gibi insanlar için sürpriz değildir. Zira denizciler camileri yıkar lakin sabetay ritüellerinden olan Kuzu Günü törenlerinden asla vaz geçmezler.

Askeri garnizonlarda 'en azından NATO standartlarına uygun bir şekilde cami yapılmalı' diye yazıp söylerim. Lakin Milli Savunma Bakanlığı bu sese kulak vermemektedir. Halbuki din ve vicdan özgürlüğü kapsamında kimsenin dönüp bakmadığı kanun ve yönetmeliklere uyulması gereklidir.

Yazarak insanları bu hayırlı işte teşvik etmek maalesef pek de mümkün olmadı. Fakat daha sert bir tepki vermek gerektiği rahatlıkla anlaşılmaktadır. Bu nedenle 104 amiralin darbe bildirisi benim için bulunmaz bir fırsattır. Bunu daima cami ve din düşmanlarının kafasına vurmak için kullanacağımdan kimsenin şüphesi olmasın.

Evet, askeri okullara cami yapılması devletin önemli görevleri arasında yer almaktadır. Çünkü ölüm korkusunu yenecek en önemli güç dinde mevcuttur. Allahtan korkup namaz kılan bir insan günde beş vakitte dünyanın fani olduğunu idrak eder ve savaş olduğu zaman cepheyi terk edip kaçmaz. Ölürsem şehidim kalırsam gaziyim vatanın korunmasını canından aziz bilip seve seve ölüme koşabilir.

İşte yıllardan beri mücadelesini verdiğimiz bu camilerin ihyası bu nedenle çok önemlidir. Burada içinde namaz kılan olup olmamasından ziyade sembol değeri üzerinde odaklanmak gerekiyor. Mühim olan İslam diyarı olmasını gösteren caminin o garnizonda bulunması ve burada görevli askerlerin İslam'ın bir askeri olduğunu dosta düşmana göstermektir.

Camiyi yaptıktan sonra sorumluluk devletten çıkıp şahsın kendi boynuna biner. Askeri öğrenci, ister namazını kılar ister kılmaz, onun hesabı Allah'a karşıdır. Fakat benim defalarca yaşadığım gibi namaz kılıyor diye bir öğrenciyi fişlemek, kandil gecelerinde taciz etmek, Cuma namazını kılmasına mani olmak ve terfiini engellemek büyük bir suçtur.

Ne dinde ne de Batı yönetimlerde buna yer yoktur. Bilakis Batı ülkelerinde dinine bağlı askerler; terfide daima öncelikli olarak sıralamaya alınır, alkol ve uyuşturucu kullananlar ise en geriye bırakılırlar. Fakat bunu bizim laik yobazlara anlatmak biraz güç bir iştir.

Hatta Sabetaycı tornadan geçirilmiş denizci subaylara da yeterince izah edemezsiniz. Zira rakı içmekten beyinleri sulandığı için körü körüne her şeyini taklit ettikleri Batı dünyasının bu davranışını anlamakta güçlük çekmektedirler. İşlerine gelmeyince kör, sağır ve dilsiz olurlar. Yahu savaş vakti gelince iman gücünden daha tesirli ne vardır ki; askeri düşman üzerine gönderebilsin. Bunu dahi anlamaktan acizdirler…

15 Temmuz 2016 tarihi bu konuda da bir milat olmalıydı. Halka rağmen halka zorla dayatılan seküler yaşam biçimine artık bir son verilmesi şarttır. İnancının gereğini yapmak isteyen her vatandaş gibi askeri şahıslar da namazını kılabilmeli, Cuma namazlarına iştirak edebilmelidir. Nihayet Deniz Harp Okulunda isteyen öğrencilerin Cuma namazlarını kılabildikleri yerlerin bulunduğunu öğrenme fırsatım oldu. Okulun spor salonunu Cuma namazı için kullanıyorlarmış.

Peki ne oldu da böylesine güzel bir camiyi yıktık. İşte tarihi olayları hatırlatarak bu duruma nasıl geldik; bunu anlamaya çalışalım. Umulur ki komutanlar Deniz Harp Okulu Camisi gibi önemli mekanların açılması için gayret gösterirler.

Öncelikle askeri okul öğrencisi olduğum Bahriye Mektebi, Annapolis'teki ABD Naval Akademinin benzeri olduğu halde, niçin o görkemli ibadet yerine benzer bir cami yapılmadı?

İşte bu soruların cevapları biraz can yakıcıdır. Lakin söylemekten de geri durmamak gerekir;

Çünkü Deniz Harp Okulunun camisinin yıkılmasına tek parti yöneticileri sebep olmuştur. İşin garip tarafı ise hala kimse cami yapmaya cesaret edememektedir. İşin çok basit cevabı budur…

Peki, bunu nereden biliyoruz. Bir hatıradan nakledeyim: Cem Özmeral isimli bir zatın babası, Deniz Lisesi'nde ikinci sınıfta okurken 1934 yılında Cumhurbaşkanı, Heybeliada'yı ziyarete gelir. Deniz Lisesi'nde kısa bir müddet kalır, ama giderken okul komutanı ve etrafındaki erkana bir arzusunu iletir. Arzusu ve isteği şudur:

'Laik Cumhuriyette kışlanın ve okulun içinde bir caminin bulunması doğru değildir. Cami en kısa zamanda okulun dışına çıkarılmalıdır. Belki lise binaları, komutanlık binası ve tek minareli cami 1834 den beri burada görevlerini beraberce sürdürmektedir ama onuncu yılını yeni tamamlamış laik Türkiye Cumhuriyeti'nde, Cami ve Devletin yeri ayrıdır'.

Cumhurbaşkanının arzusu emir telakki edilir ve birkaç gün içinde cami yıkılır. Lakin garnizon sınırları dışında yeni bir yere cami inşa edilmemiştir. Resmen adada uzun bir müddet cami olmamıştır. Kilise, havra var cami yok. Bir Müslüman ülkede böylesine acı bir durum yaşanmıştır.

Şimdi bir de bu hatıraların doğruluğuna göz atalım: Birinci Cumhurbaşkanının bütün deniz seyahatlerini kronolojik bir sırayla içeren bir sitede onun ilk Heybeliada seyahati ile şu bilgiye rastlamak mümkündür. '11 Eylül 1934: Öğleden sonra Ertuğrul yatı ile Tuzla'dan Dolmabahçe Sarayı'na gelişi, Akşam üzeri motorla Heybeliada'ya geçerek İsmet Paşa'nın köşküne gidişi, Akşam Dolmabahçe Sarayı'na dönüşü'.

Evet, tarih tutmaktadır. Anlaşılan İsmet Paşa'nın yazlık evine ziyarete gelmiş, buradan da Deniz Lisesi'ni ziyaret etmişti. Bu ziyaret önceden planlanmamış olmalıydı çünkü bu ziyaretle ilgili resimlere başka yerlerde rastlanmamıştır. Fakat solgun resimler bu durumu ispatlamaya kafidir. Çünkü albümlerde iki resim arasında tek fark ikinci resimde caminin minaresinin olmayışı idi. Bu da hatırada anlatılanlara uyuyordu. Cami yıkıldıktan sonra minaresi kaldırılan bina, kütüphane olarak kullanıma açılmıştı.

Beyaz ahşap evlerin arasındaki cami ise 1935 yılında yapılmıştı. Adanın tepelerinde bir yerde kiremit renkli minareli küçük bir cami adada yaşayan Müslümanlara hizmet ediyordu. Kazasker Abdulkadir Efendinin eşi yaptırmış, Allah razı olsun…

Şimdi de aynı şeyi Cumhurbaşkanımızdan bekliyoruz. Tuzla'da ABD'deki gibi muhteşem bir cami yapılmalıdır. Bizim Amerikalılardan eksik bir yönümüz yoktur, vesselam…