Muhammed Harezmî hazretleri vefat edeceklerinde yerine Pîr Ömer Halvetî'yi tayin etti ve; "Yüksek sırları ve manaları bilen ve akranından önde olan Pîr Ömer Halvetî vekilimizdir."

Muhammed Harezmî hazretleri vefat edeceklerinde yerine Pîr Ömer Halvetî'yi tayin etti ve; "Yüksek sırları ve manaları bilen ve akranından önde olan Pîr Ömer Halvetî vekilimizdir." buyurdular. Pîr Ömer Halvetî hazretleri hocasının vefatından sonra, insanlara hak yolun bilgilerini öğreterek kalplerine Allah aşkını yerleştirdi. Nefisle ilgili şu nasihatini çok söyler; "Kişi daima nefsine muhalefet etmeye devam etmeli ve onun arzularını yerine getirmemeli, sıkıntılara göğüs germeli, açlığı sevmelidir. Hak yolun yolcusu kendisine lazım olanı bilmeli, lazım olmayanı terk etmelidir." buyururdu. Şehrin valisi ava çıkmıştı. Valinin önüne bir ceylan çıktı. Vali avı görünce, ardına düştü ve atını peşinden sürdü. Bir zaman takip etti. Fakat yakalayamadı. Önüne bir ırmak çıktı. Avını yakalamak için atını ırmağa sürdü. Irmağı geçmek üzereyken sular yükseldi ve vali boğulmak tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. O esnada kıyıdan Ömer Halvetî, valiye seslenerek; "Bize ait olan yerlerde hayvanları niçin incitirsiniz. Bir daha böyle yapmayın." deyip elini uzattı. Tuttuğu gibi valiyi atıyla birlikte çıkarıverdi. Vali bunu görünce, af dileyip talebeleri arasına girdi.

Ömer Halvetî hazretleri talebeliği yıllarında hocasının dergahına odun taşırdı. Bir gün yine erkenden dağa gitti. Ormanda yemyeşil çimenli bir yer bulup; "Buradan daha güzel namaz kılacak bir yer yoktur." diyerek orada birkaç rekat namaz kıldı. O sırada gönlüne bir düşünce gelip; "Elhamdülillah! Nice kimseler vardır ki, şu anda gaflet uykusundadır. Onlar ne ibadet eder, ne Allahü Teala'nın emirlerine uyar, ne de haramlardan sakınırlar. Biz ise çok şükür gücümüz yettiği kadar ibadet yapıyoruz." deyiverdi.

Sonra kalkıp bir müddet gezindi. Birden kulağına Allahü Teala'yı zikreden sesler geldi. Etrafı dinledi. Bu sesler çok hoşuna gitti. Hemen sesin geldiği tarafa yöneldi. Gördü ki, bir adam baş aşağıya durmuş diliyle Allahü Teala'yı anıyor, zikrediyor. Onun yanına yaklaştı, selam verdi ve böyle durmaktaki maksadını sordu. O kimse; "Vücudum bir zaman kıyam üzere ayakta idi. Lakin ona alıştı. Sonra rükû üzere kaldım, ona da alıştı. Bir zaman da secdede kaldım. Onun da lezzetini alamaz oldum. Şimdi ben ibadet ediciler ve hamd edenler zümresine katılmak için bu şekilde zikir ve hamd etmeyi bedenime layık gördüm. Ben yatsı namazını kıldıktan sonra buraya gelir, bu halimle Rabbimi zikrederim." buyurdu.

Ömer Halvetî bunları işitince, kendini beğenme halini hatırlayıp, tövbe etti ve; "Allahü Teala'nın zikreden nice salih kulları varmış." diyerek pişmanlık içinde hocasının dergahına döndü. Halini hocasına anlatmak istedi. O sırada hocası talebelere vaaz etmeye başlamıştı. Bu durumu kendisi şöyle anlatır:

"Hocam bir müddet vaazla meşgul oldu. Benim halimi anlamış olacak ki: "Bazı insanlar vardır ki, hemen kendisinin yetiştiğini ve çok ibadet ettiğini söyler. Bir-iki rekat namaz kılmakla öğünür, manevi dereceler ümit ederler. Halbuki öyle Hak aşıkları vardır ki, onlar akşamdan sabaha başı üzere durup Rabbini tahmîd (Elhamdülillah), tekbir (Allahü ekber) ve temcîd (La havle vela kuvvete illa billah) ederler." buyurdu." Sonra Ömer Halvetî, hocasının yardımı ile dağlarda bu hal ile hallenip, Allahü Teala'yı zikreder oldu.Rivayet edilir ki, Ömer el-Halvetî tarîkat sulûkunu tamamlayıp kendisine halîfelik icazesi verildiğinde, irşad görevini kabul etmez ve dağlara çıkar. Orada bir ağaç kovuğuna yerleşir. Bu ağaç kovuğunda peşpeşe erbaîn çıkarır. Hatta kırk kere erbaini üst üste çıkararak (1600 gün) kendisine 'Halveti' ismi verilir. Ömer el-Halvetî hayvanî gıdaları yemez, daima tevhid ve zikr üzere olur, tevhid zikrini yapmaya başlayınca dağlardaki kuşlar ve diğer hayvanlar ağaç kovuğundaki Ömer el-Halvetî'nin etrafını çevirip halka oluşturarak tevhid zikrini sonuna kadar dinlerlerdi.