Şair hissiyata ahenk katan, sonra ahengi kanatlandıran, ona ebediyete intikal gücü veren kişidir...Büyük şairlerin şiirleri günden yarınlara, yarınlardan sonsuza akar. Yàni şiirleri bu güçte ise şair büyük şairdir...

Şair hissiyata ahenk katan, sonra ahengi kanatlandıran, ona ebediyete intikal gücü veren kişidir...

Büyük şairlerin şiirleri günden yarınlara, yarınlardan sonsuza akar. Yàni şiirleri bu güçte ise şair büyük şairdir...

Nazım'ın şairliğini küçümsemiyorum ama 'trim trim trak... makineleşmek istiyorum' türündeki hissiyat öldüren mısraları, ideoloji yandaşlarınca zorlansa da unutulmaya mahkûm...

Kimi zaman ezana söver, 'Ne beş vaktin ezanı, ne Anjelüs çanları (......) Zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları...' der, fakat aynı (Nazım Hikmet Ran), Ağa Camii şiirinde büyük hissiyatı, ahengi kanatlandırır:

Havsalam almıyordu bu hazin hali önce

Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce

Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;

Allahımın ismini daha çok candan andım.

(......)

En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,

Üstünde orospular yükseltiyor sesini.

Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,

Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.

(......)

Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen

Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!

Güçlü bir şair olan Cahit Sıtkı (Tarancı) 'Ölüm kapımda kişner, sabırsız bir at oldu nihayet' der. Bu tür mısralar hissiyatımıza korku ve tedirginlik verdikleri için, uzun soluklu şiirler olsalar da, ebediyete akacak zirveye çıkamayacaklardır... (Lakin şairin '35 yaş' şiiri böyle değildir, pek güzeldir.)

Oysa yine ölüm temalı bazı şiirlerinde Yahya Kemal (Beyatlı) ölümü, bir 'asude bahar ülkesi' kılar ve böylece şiir, beğenilen bir şarkı güftesi olarak ölümsüzlüğe ulaşır.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter..

Yahya Kemal ahengin nasıl kesildiğini de,

Bir bitmeyecek şevk verirken beste,

Bir tel kopar, ahenk ebediyen kesilir... diyerek anlatır.

Şairin bestesi Münir Nurettin Selçuk tarafından yapılmış ve 'güftesi de bestesi de İstanbul kokan beş ünlü şarkı' arasına girmiş «dönülmez akşamın ufkundayız» mısraları öyle müthiş bir ahenk taşır ki, ölüm korkulan değil neredeyse özlenilen hale gelir:

Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç;

Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!

(.......)

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.

Şiirden konuşulur da şairler sultanı Necip Fazıl (Kısakürek) yád edilmez mi? Ünlü «Çile» şiirinde,

Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?

Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

diyen şairler sultanı için de ölüm güzeldir:

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?

Böylesi nefis mısralar ahenginde, ölüm takva sahipleri için korkunçluktan sıyrılıp, şeyhler sultanı Mevlana hazretlerinin (kaddesallah-u sırrûh) tabiriyle bir Şeb-i Arus (düğün/gerdek gecesi) olmaz mı?

Ne mutlu hayatın gerçek mánasını idrak edip ölümü bile sevebilenlere... Veyl olsun bu fani, bu yalan dünyayı Cennet yapabileceğini sanan beyinden nasibsiz iman fukaralarına...