Biz neden boşanıyoruz?

Aslında hakkında bir şeyler yazılacak en zor konulardan biri boşanma benim için… Girdisi çıktısı o kadar çok ki... Biraz da can acıtan bir mesele.

Çünkü iki kişinin karar verdiği bu bütünlük bir gün boşanırız diye kurulmuyor. Hep en güzel, en masum hayallerle oturulur nikah masasına. Tabi bir de o masaya oturana kadar kurulan hayaller vardır. Her şeyin en güzeli en özeli seçilir, hiç kimsede olmayan tasarımlar aranır. İşte sıra o masaya geldiğin de de iyi günde kötü günde denir, hastalıkta ve sağlıkta sözü verilir. ‘Kalbimiz iyi, niyetimiz iyi, evliliğimiz neden iyi olmasın ki?’ diye düşünülür. İşte tam da bu nokta da tüm iyi niyetimiz ile yanlış eş seçimleri yapılır. Tıpkı gözleri bozuk bireyler için kullanılan gözlük misali... Dengini bulmak, göz derecene uygun gözlüğü takarak dünyaya bakmak gibi bir şey bana göre evlilik. Elbette çiftler arasında alınan bu kararın altında birçok neden yatmaktadır. Bunlardan en önemlisi de hayatın getirdiği sıkıntılar ve artan sorumluluklara cevap verememe duygusu. Bir diğeri ise yetersizlik duygusu. Yıpranan bu süreç içerinde eşler birbirlerine yetemediklerini düşünmeye başlarlar. Erkek evin reisi konumunu yitirmeye başladığında bu duygu yerini öfkeye ve maalesef ki şiddete bırakmaya başlar. Adeta birbirlerini anlamak için değil suçlamak için konuşmaya başlarlar. Tüm bunların yanı sıra gözden kaçırılmaması gereken bir konu da devreye aile büyüklerinin girmesidir. Kız tarafı ve erkek tarafı her ne hikmetse bir türlü adını koyamadıkları şeyleri paylaşamamaya başlarlar. Kayınvalide gelinin, kayınpeder ise damadın hareketlerini eleştirmeye başlar. Her iki tarafında evladı kendince kıymetli, kendince özeldir. Peki ama doğru mudur bu yapılanlar? Büyüklerin devrede olması müdahale etmesi ne kadar anlaşılır bir durumdur. Elbette ki doğru değildir. Evliliğin ta ilk günlerinden bu yana sürekli gündemde olan senin ailen benim ailem sözleri farkında olmadan gençleri yıpratmaya başlamıştır bir kere. Sonunda gelinen noktada da bitsin kararı alınır. Senin oğlun benim kızıma layık değildi, senin kızında benim oğlumun dengi değildi!!! Ne garip değil mi en başlarda her şey ve herkes tamda denk iken birden tam tersi düşünülmeye ve söylenmeye başlanır. Tüm bunlar olurken beynimiz bu konuyla ilgili sürekli olumsuzlukları hatırlamaya başlar. Olumlu olan hiç bir düşünce ve olay hatırlanmak istenmez. Halbuki öyle güzel günler geçirilmiştir ki nedense birden her şey ‘hayatımı mahvettin’e dönüverir. Ah hele birde ortada çocuk varsa işte asıl olan ona olur. Eşler ya ayrılmak istedikleri halde çocuk için katlanıyorum mantığının ardına saklanır ya da çocuğa rağmen ayrılıyoruz ve asla çocuğumun yüzünü göremeyecek dayatması ile daha çok yıpranırlar. Oysaki tüm bunları yapmak yerine iki medeni insan gibi oturup konuşsalar sorun nerde ve hangi konuda ise çözüm yollarını birlikte bulmaya çalışsalar her şey çok daha güzel olacaktır. En önemlisi de birbirlerini suçlamak için değil de anlamak için birbirlerini dinleseler ve özellikle de üçüncü kişileri devreye sokmasalar. Kadın ‘Ben BABAMIN EVİNE gidiyorum’, erkek de ‘NE HALIN VARSA GÖR’ demeden önce birbirlerine karşı net ve açık olsalar her şeyi konuşabilseler ne kadar da güzel olurdu değil mi?

Gelin birbirimizi suçlamadan önce dinlemeyi öğrenelim, gelin kendi yaşantımızın mimarı kendimiz olalım.

Sorunların üstünü örtmek yerine, birlikte çözüm yollarını arayalım. ‘BİZ NEDEN BOŞANIYORUZ’ sorusunun altında yatan nedenleri ve çözümlerini birlikte bulalım.

Hayat üzecek ve üzülecek kadar uzun değil bunu unutmayalım.