Nisan ortalarıydı. Müslim Efendi sabah namazının kılmıştı. Kararlıydı o gün eşeği Vali Paşa’ya götürecekti.
Nisan ortalarıydı. Müslim Efendi sabah namazının kılmıştı. Kararlıydı o gün eşeği Vali Paşa’ya götürecekti. Kahvede arkadaşları hâlâ göstermedin mi, diye sorup duruyorlardı. Ahıra indi. Boz eşek Müslim Efendi’yi görünce boynunu yemlikten yana uzattı. Kış boyu yemliğinden eksik olmayan arpa ve yonca karışımı samanla iyice semirmişti. Her sabah kaşağılanmanın neticesi olacaktı ki derisinin tüyleri dahi yenilenmişti. Müslim Efendi samanlığa gitti. Çuvala doldurduğu samanı hayvanların yemliklerine paylaştırdı. Tekrar eşeğin yanına geldi. Akşamdan bol yem verdiği eşeğin yularını yemliğin üstündeki halkadan çözdü. “Ço”,dedi. Eşek önde kendisi arkada avluya çıktılar. Müslim Efendi, akşamdan hazırladığı çulu kaldırdı eşeğin üstüne yerleştirdi. Emine Hanım avlunun solundaki kapıda göründü. “Gidiyor musun Beğ’im?”, dedi. Evet, anlamında başını salladı Müslim Efendi. Emine Hanım: “unutmayasın ha iki kilo kıska ile ele her sebzeden iki üç bağ sadır alasın.”
Müslim Efendi, avlunun dış kapısını açtı; eşeği yularından
çekerek dışarı çıkardı. Az ilerideki tümseğe, eşeğe her zaman
bindiği yere, gelince de bir hamlede atladı boz eşeğin üzerine.
Kayabaşından aşağı inerken dudaklarına iliştirdiği türküyü
mırıldamaya başladı. “Kala’dan indim yayan”
İzzet Paşa camisinin yerinde o zamanlar küçük bir ahşap cami;
caminin yanında da Yıldız Parkı ve iki büyük han vardı. Müslim
Efendi eşeğini Zenterişli Mustafa ve Ahmet Efendi kardeşlerin ortak
çalıştırdıkları hana doğru sürdü. Vakit erkendi. Bu saatte Vali
Paşa’ya eşeği göstermek yakışık almazdı. Hem bir iki bardak da çay
içer, dinlenirdi.
Müslim Efendi, oturduğu gem iskemlesinden hafifçe öne kaydı. “Saat
kaç oldu hemşerim” dedi önünden geçen köstekli saatinin zinciri
dışarıdan belli olan güzel giyimli birine. Adam, elini iç
gömleğinin cebine attı. Köstekli saatini çıkardı; “dokuza on var”,
dedi. “Vaktidir” dedi içinden Müslim Efendi.
Eşeğin yularından tuttu çekerek Vali konağının önüne geldi. Bahçe
kapısından eşeği ile birlikte içeri girecekti ki bir polis koştu.
“Hop hemşerim, böyle giremezsin”, dedi. Anlattı Müslim Efendi niçin
geldiğini. “Peki” dedi polis:“eşeğini şu ağaca bağla” eliyle bahçe
duvarının bitişiğindeki akasya ağacını işaret etti. Müslim Efendi
eşeğini gösterilen yere bağladı ve vali konağının kapısına
yürüdü.
Yazı İşleri Müdürüne neden Vali Paşa’yı görmesi gerektiğini uzun
uzun anlattı. Adını sordu Yazı İşleri Müdürü gerekli notları aldı.
İçeri girdi, çıktı. Buyur, dedi sonunda Müslim Efendi’ye.
Vali Paşa, “Gel bakalım Müslim Efendi!” dedi gülümseyerek. Müslim
Efendi, Vali Paşa’nın kendisine ismi ile hitap etmesine şaşırmışı:
“Emirlerinizi yerine getirdim efendim, Boz eşek aha da bahçedeki
ağaca bağladım. Polis, içeri almam müsaade etmedi.” Vali Paşa
koltuğundan kalktı, pencereye doğru yürüdü. Dışarıya baktı. Müslim
Efendi’ye döndü: “Aferin Müslim Efendi, işte böyle! Hayvanları
seveceğiz, koruyacağız; onlar bize hizmet için yaratılmışlar.
Elbette onların gücünden yararlanacağız. Ancak, bize yıllarca
hizmet eden, yükümüzü taşıyan eşek de olsa yaşlandı diye kaldırıp
atmayacağız. Eziyet etmeyeceğiz. Şimdi, hayvanını al; evine git! Ha
bundan sonra da bu hayvana eziyet etmek yok! Öyle yük taşıtmak,
binmek… Bak gözüm üzerinde, kulağım her yerde… Yanlışını görmeyeyim
ha! Şimdi gidebilirsin.
Kortikoğlu arkada kalmıştı. Dizlerde derman bırakmayan Harput’un
meşhur İt Yokuşu başlamıştı. Eşek önde Müslim Efendi arkada
tırmanmaya başladılar yokuşu. Boz eşek, üzerinde yük olmayınca bir
başka gidiyordu. Müslim Efendi, yetişmeye zorlanıyordu. Eşek birden
durdu. Sahibi geride kalmıştı. Havayı kokladı, boynunu uzattı,
başını kaldırdı gökyüzüne doğru. Başladı anırmaya.
Müslim Efendi de durdu. Gözlerini indirdi, eğildi, elleri ile
dizlerini ovaladı; ayakkabılarına baktı sonra döndü anıran eşeğe,
ellerin açtı: “ Ah ulan ah! Senin arkanda Vali Paşa olmasaydı ben
sana yapacağımı bilirdim ya! Ne çare…”