“ZENGİNLİĞİN büyüğü nedir bilir misin?” diye söze girmişti. Akla onlarca ihtimal geliyor elbette ama bu insanın duruşuna, hayat anlayışına, fikrî kapasitesine ve duygu dünyasına göre farklılık arz ediyor.

'ZENGİNLİĞİN büyüğü nedir bilir misin?' diye söze girmişti.

Akla onlarca ihtimal geliyor elbette ama bu insanın duruşuna, hayat anlayışına, fikrî kapasitesine ve duygu dünyasına göre farklılık arz ediyor.

Herkes durduğu yerde belirli bir zaviyeden baktığı için gördüğü açıya göre cevap veriyor.

Söylenenlerin hepsi doğru ama o kişiye göre.

Senin sağın ona göre sol taraf oluyor.

Kuzey, güney veya doğu ile batı yine kişinin kendini sabitlediği yere göre değişken olabiliyor.

Bu sebeple ucu açık olan sorular genellikle netamelidir.

Daha ziyade az sonra girilecek mühim bir mevzuya kapı aralamak amacına matuftur.

Tüm bunları aklıma getirdiğimden susmayı yeğlemiştim.

DÜNYANIN en büyük zenginliğinin hakikatli dostlara sahip olmak olduğunu biliyoruz.

Sahih arkadaşlar insanın yolunu sarpa uğratmaz.

Karşılık beklenilmeyen yarenlikler iki tarafı da zenginleştirir, gönendirir.

Bu nedenle ilk elde etmemiz gereken salih dostların varlığıdır.

Zira onlar acıyı bal ederek ifade ederler.

Yaralamadan tedavi etme cihetine giderler.

Habbeyi kubbe yapmadıkları gibi kubbeyi de habbe yapmazlar.

Yani her şeyi kendi ölçülerinde sunarlar.

İtidalden sapmazlar.

Her daim dengeyi tutturmak için çabalarlar.

'KESTANEYİ çizmek' sözü bu sohbette dile gelmişti.

Kestane ateşe sürülmeden evvel itina ile çizilmezse sonu sevimsizlikle sonuçlanabilir.

Harlanan sobanın üzerinde öyle bir patlar ki, kime rastlarsa felaketi olur.

Ne demek isteniyordu peki bu örnekle?

Hepimizin gizli kalmış bile olsa bir benlik, bencillik yanı var.

Kibir her an tetikte beklemekte.

Fırsatını bulduğu anda tüm gücüyle saldırıya geçmekte.

İşte gerçek dostlar, bizim bu patlamaya duçar olmamamız ve başkalarının da buna maruz kalmaması için itina ile egomuzu çizerler.

Bunu büyük bir dikkatle yaparlar.

Maksatları yaralamak değil, başkalarını ve kendimizi yaralamamıza engel olmaktır.

Burada ustalıklı da olunması gerekiyor çünkü her birimizin kişilik yapılanması birbirinden farklı.

O nedenle neşteri doğru zamanda ve yine doğru açı ile kullanmalıdır.

Ki, nefes alabilelim.

Öfke ateşi bizi harladığında pişmeli ama patlamamalıyız.

KABA saba yaklaşımlar doğru neticeler vermez.

Üstünkörü turumlar sadra şifa olmaz.

Yanlış müdahale kan kaybı ile sonlanabilir.

Bu sebeple kestanenin çizilmesi kadar bunu kimin çizeceği ve hangi üslûp ile yapacağı hayatî önemdedir.

Her önüne gelenin ben senin ego balonunu patlatıyorum diyerek hunharca iğneyi batırması kibir havasının inmesine değil patlayıp parçaların sağa sola savrulmasına sebep olur.

HOYRATLIK kaldırmaz bu konu.

Kendi çocuğumuza yapacak olsak kırk yerinden kırk defa düşüneceğimiz bir mevzuyu dostlarımıza yapacağımız vakit gelişi güzel davranamayız.

Nasılsa niyetimiz iyi, işlemimiz doğru diyerek usul hatası yapamayız.

Değerlendirme yanlışına düşemeyiz.

Zamanlama kusurunu hoş göremeyiz.

Yoksa tamiri zor ve yıllar alabilecek travmalara sebebiyet verebiliriz.

Ki, çoğunlukla yaşanan budur.

Demem o ki, kestane çizilmeli.

Kibrimiz sıfırlanmalı.

Egomuz boşaltılmalı.

Narsisistik yönlerimiz törpülenmeli…

Hepsine kabulümüz var ve olmalı ancak esas kadar usule de riayet etmeliyiz.

Ya Selam!