Bundan önceki “ Nasıl Bir Din İsteniyor” başlıklı yazımda İslamsız bir Müslümanlık istenildiğini dramatik bir biçimde açıklamaya çalışmıştım. Bu yazımda İslam’ın Müslümanı belli kurallar bütünlüğü içerisinde kısıtladığı üzerinde durmaya çalışacağım.

Bundan önceki ' Nasıl Bir Din İsteniyor' başlıklı yazımda İslamsız bir Müslümanlık istenildiğini dramatik bir biçimde açıklamaya çalışmıştım.

Bu yazımda İslam'ın Müslümanı belli kurallar bütünlüğü içerisinde kısıtladığı üzerinde durmaya çalışacağım.

İslam hiçbir şekilde Müslümanın kendi iradesine göre hareket etmesine alan bırakmaz, doğumdan ölüme kadar yaşamını düzenler ve tamamına karışır.

Elbette ki, Müslüman da en büyük düşman olan nefis taşıdığı için günah işleyebilir ve işlemektedir.

Allah(c.c.) kulunun bu özelliğinden dolayı 'tövbe' kapısını hep açık tutmuş ve kullarının samimi tövbelerini kabul ederek günahlarını affedeceğini vaat etmektedir.

Ancak, bazılarının günah işlemeyi hafife alarak 'günah işleme hakkımı kullanıyorum' gibi sözlerini asla kabul etmez; çünkü, günah işlemek hiçbir Müslümanın hakkı olmadığı gibi böyle bir hak da olamaz!

Müslümanım diyen bir kişi:

Ben içki de içer zina da ederim kime ne diyorsa İslam 'DUR' içki de içemez zina da edemezsin der.

Kabak çekirdeği yer gibi gıybet edilmesine müsaade etmez hele iftiraya hiç etmez!

Tesettüre riayet etmem istediğim gibi giyinirim, diyemez!

Yani, kişiyi belli sınırlar içerisinde tutarak kısıtlamakta olup bu kısıtlama Müslümanın aleyhinde değil, lehinedir.

Ayrıca, Allah(c.c.)'nın ibadetlerini yerine getirmede de kısıtlamalar vardır. Bu kısıtlamalarda Müslümanın lehinedir.

Mesela, Yüce Rabb'im oruç gibi ibadetlerle belli zaman dilimi içerisinde Müslümanı normal şartlarda meşru olan işlerden kısıtlamaktadır.

Daha da ileri gidersek mubah olan yeme içme bile kısıtlanmaktadır.

Allah(cc)¸'Ey Âdemoğulları! Her namaz kılacağınızda güzelce giyinin, yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.' (Araf-31) Buyurmaktadır.

Yani, mal mülk benim değil mi istediğim gibi kullanırım diyemez. Görüyorsunuz Yüce Rabb'imiz kısıtlamaktadır.

Müslümana dünyevi anlamda özgürlük yoktur. Gerçek özgürlük İslam'ın kısıtlamalarına uyulduğu ölçüde elde edilir.

Bunun en yegane yolu da nefisle mücadeledir. Bu mücadelenin ana ekseninde nefsin tezkiyesi, kalbin tasfiyesi bulunmaktadır.

Kısaca, tezkiye nefsi emmareyi ıslah etmeye çalışmakla; kalbi tasfiye ise kalbi manevi kirlerden arındırmakla olur.

Nefsi tezkiye, kalbi tasfiye öyle kolay bir iş olmayıp mutlaka kişi manevi yardım almak zorundadır.

Konuyla ilgili olarak;

Kalbin tasfiyesi, temizliği, dîne uymakla ve sünnetlere yapışmakla ve bid'atlerden kaçmakla ve nefse tatlı gelen şeylerden sakınmakla olur. Zikir, Allahü tealayı anmak ve mürşîdini sevmek, bunu kolaylaştırır. İmam-ı Rabbanî(r.a)

Kalbi tasfiye etmekten maksad; manevî afetleri gidermek, kalbi hastalıklardan kurtarmaktır. İmam-ı Rabbanî (r.a)

Bunun için kişi ehli sünnet vel cemaat itikadına sıkı sıkıya bağlı itiadi ve ameli hak mezheplerden(İtikadi: Maturidi ve Eşari; Ameli: Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli) ) birine tabii olmalıdır.

En temel amel olan namazını dosdoğru ve huşu içerisinde kılmaya azami derecede dikkat etmelidir.

Çünkü, namaz ibadeti bütün ibadetlerin temelini teşkil etmekte olup namaz olmadan yapılacak ibadetlerin yerini bulması çok zordur.

Tüm bunlardan sonra yukarıda İmam-ı Rabbani Hazretlerinin buyurduğu gibi bir Mürşit-i Kamilin manevi terbiyesine talip olmak gerekmektedir.

Burada devreye tasavvuf ve tarikat girmektedir.

Konu ile ilgili açıklamalar çeşitli kaynaklarda mevcut olup araştırılması kişinin lehinedir.