Seçimlerden iki gün sonra yaşadıkları şoku üzerinden atmaya çalışan HDP, yanına HDK, DBP ve DTK Eş Başkanlarını da alarak yaptıkları açıklamada; “KCK’nın ilân ettiği tek taraflı ateşkesin sürdürülmesi ve hükümetin de askeri operasyonları durdurarak ateşkesi karşılıklı hâle getirmesi” talep edildi.

Fakat bu “korku dolu” ve halktan yedikleri darbenin “hayal kırıklığı altında” bile hadsiz ve küstah ifadelerle Erdoğan ve devleti suçlamaya devam edildi. Bu ifadelerle istenenin aslında bir ateşkes değil, sadece “sorumluluğu karşı tarafa atmaktan” öte bir şey olmadığı belliydi.

Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu dün yaptığı açıklamada “Yeni bir barış süreci için ellerini taşın altına koymaya hazır olduklarını” belirtti.

Bu iki haber arasındaki bağlantı şudur;

Barış Süreci boyunca PKK ile müzakereleri sürdüren Hükümete, Müslüman kesimin temsilcisi olan Hüda Par tarafından aynı müzakerelere taraf olarak katılmak için bulunulan talep, “ortamın henüz uygun olmadığı” gerekçesiyle kabul görmemişti. Hatta Davutoğlu bu sorunu çözmek için Hüda Par Genel Başkanı’nın makamına kadar gidip görüşmüştü.

PKK tarafından seçim sonrası başlatılan silahlı operasyonlar ve aynı zamanda HDP’nin Efendimiz’e (SAV) hakaret içeren afişleri Diyarbakır sokaklarında yayınlaması, Kürt milletinin tek temsilcisinin artık PKK olamayacağı, Hüda Par’ın da, eğer yeniden başlayacaksa, bu görüşmelere katılmak zorunda olduğu sonucunu doğuruyor ki, Hükümetin de buna sıcak bakacağını düşünüyorum.

HDP’de bunun farkına vardığı için seçim sonrası yaptığı açıklama ile hem PKK’ya nefes aldırmak, hem de barış sürecinde “sözcü” görünerek yerini kimseye kaptırmak istemiyor.

PKK’nın kardeş kuruluşu olan YPG’nin Amerika ve Batı ile flört halinde yeni bir Kürdistan kurma yolunda emin adımlarla ilerleyişi, maalesef PKK’nın da bu yolda gideceği ve bundan sonra karşılıklı güvenin kolay kolay temin edilemeyeceği anlamına geliyor.

Aptalca yaptıkları yanlış yorumlamalarla 7 Haziran’da aldıkları oy ile şımaran HDP’nin ve PKK’nın, hâlâ bedevi ve vahşi savaşçı kimliğinden kurtulamadığı ortaya çıktı. Zaten en başından beri kendilerinden “medeni bir uzlaşma zemini” beklemediğim Kürtlerin son yaptıkları hatalar gayet normal karşılanmalı.

Devlet ise bu zeminde Abdullah Öcalan’ı yıpratmamak için ortaya çıkarmıyor. Çünkü ellerindeki tek koz o.

Öcalan çıkıp “savaşı durdurun” dese kimse dinlemeyecek ve otoritesinin sonu gelecek. Kandil’in istediği de bu zaten. Öcalan’ın “savaşa devam” demesi de mantıklı değil. Bu durumda Öcalan için hapse devam etmekten başka çare kalmayacak. Kendisini dışarıya çıkarabilmek için kamuoyunu “hazırlamak” amacıyla uzun bir süre uğraşan hükümetin bütün çabaları, Kandil’in savaşa yeniden başlamasıyla çöpe atıldı.

Daha önce söyledim; Kimse hapiste kalmak istemez. Dava vs. hamasi edebiyatlar 10 yıldan fazla bir süredir içeride kalan birisi için önemli kavramlar değildir. Gerekirse davayı satar ve dışarıya çıkar. Bana inanmayan bir gün boyunca bir odada oturup hiç dışarıya çıkmasın. Ertesi gün nelerden vazgeçebileceğini anlar.

Kandil ise “Kutsal Önderlik” modunda hiç değil. Öcalan çıkarsa liderliği kaptıracaklar. Nasıl ki İsmet İnönü, Atatürk öldükten sonra resmini bile paradan silmek için delikli kuruş çıkartmıştı, liderlik ve tek adam olma hissi işte onun gibi bir şeydir ve kutsal tanımaz... İnanmayan sahabenin birbirini neden öldürdüğünü araştırsın...

Hüda Par’ın ise, bundan sonra yapılacak her hangi bir müzakerede adının geçmesinden PKK’nın hiç hoşlanmayacağı kesin. Bu da PKK tarafından Müslüman Kürtlere yapılacak yeni saldırılar anlamına geliyor ki, inşaallah bu durum yeni Yasin Börü’lerle beraber Hizbullah’ın sahneye geri dönmesiyle sonuçlanmaz.

Batının bu tarz bir iç savaşı destekleyeceği kesin ama Müslüman Kürtleri bu zamana kadar “tutan” yine hükümet olmuştu.