BELİRLİ bir yaşın üstünde olan pek çoğumuzun az çok tanıştığı bir duygudur. Büyüklerimizin aşırı otoriter yaklaşımları sonucu bizde meydana gelen geri çekilmelerin hayatımıza olan menfi maliyetleri ortadadır.

BELİRLİ bir yaşın üstünde olan pek çoğumuzun az çok tanıştığı bir duygudur.

Büyüklerimizin aşırı otoriter yaklaşımları sonucu bizde meydana gelen geri çekilmelerin hayatımıza olan menfi maliyetleri ortadadır.

Çocukluk evresinden sonra benzer durum gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde de sürmüştür.

Öğretmenlerimize cesaretle soru sorabilenler pek az olmuştur.

Aldığı nota itiraz edebilenler yine parmakla gösterilebilecek kadar sayılıydı.

Aynı davranış çalışma hayatımızda devam etmiş, üst bir pozisyon talebinde bulunamamış, maaş artışı talep edememişizdir.

Dikkatle baktığımızda tüm ayrıntısı ile görebiliyoruz.

Hakkını savunamayan bir nesil olarak bunun içimizde meydana getirdiği sızı ileri yaşlarda bile tamamıyla geçmiş olmuyor, ne yazık ki.

FİZİKSEL bazı noksanlıklarımız varsa bu duygu benliğimizi daha fazla etkilemiş ve bizi kendimize kapatmakla sonuçlanmıştır.

Malûl olduğumuz bu ve başka kişisel özelliklerimiz bizimle dalga geçilmesine sebep olmuştur.

Hatta bazı lakaplarla çağrılır olmuşuzdur.

Tek başınalık şeklinde neticelenen bu durum hayatın kıyısında sessiz, sedasız yaşamaya bizi mahkûm etmiştir.

Gizlenmek ihtiyacı yalnızlığı getirmiştir.

Mücadele edecek kuvvete ve iç enerjiye sahip olamayışımız ve bizi yüreklendirenlerin bulunmayışı da bu durumu daha beter hale getirmiştir elbette.

SOSYAL izolasyon bizi bahardan koparmıştır.

Yazdan koparmıştır.

Başkaları baharın muhteşem görüntüleri ile enva-i çeşit kokusuyla haşir neşir olurken bizler kendi tenhamızda yaşamanın imkanlarını aradık.

Topluma karışmaya korktuk.

Başkalarıyla aynı sofrada güle eğlene yemek yiyemedik, çaylarımızı yudumlayamadık.

O kadar ki, kazayla bir yere çıkmışsak verdiğimiz siparişin yanlış gelmesine bile ses çıkaramadık.

İade edemedik.

AŞAĞILIK duygusunu doğurdu bu tabi zamanla.

Herkesi kendimizden üstün gördük.

Önde belledik.

Onları 'Şanslı olanlar' şeklinde tanımladık.

Kabullendik.

Bu ise mahkûmiyetimizin katmerli hale gelmesi demekti.

İŞİN bir de şu yanı var; 'Ben ezildim çocuğum bunu yaşamasın' diyen ebeveynler evlatlarına sınırsız özgürlükler sundular.

Hiçbir sınırlama getirmediler.

Misafirlerin yanında yaptıkları pek çok münasebetsizlikleri bile espriye vurup savuşturarak hoş gördüler.

Ve çok ters bir sonuç elde ettiler.

Kendileri ezilenler iken çocukları ezen oldular.

Bunun maliyeti de hiç az değildi.

Şimdilerde yaşadığımız 'Çocuk erkil' aileler bu şekilde doğup serpildi.

UZMANLAR bu alanda çalıştılar.

Araştırmalar yaptılar.

Tanımlamalar geliştirdiler.

Teşhis kriterleri oluşturdular ve ardından tedavi protokolleri düzenlediler.

Bunlara girecek değiliz elbette ama üzerinde birazcık düşünmemize de bir mani yok.

ŞÖYLE tamamlayalım yazımızı.

Tüm bunlar üzerinde kafa yorarken kalbimizin ezilmişliklerini, örselenmiş olmasını dikkate almayacak mıyız?

İnsanlar tarafından kederlere sürüklenmiş olmayı kast ediyor değilim sadece.

Şeytanın ve onun avanelerinin gönlümüzü tarumar edip ruhumuzda meydana getirdikleri sıkışmışlıkları görmeyecek miyiz?

Aklımızın devre dışı bırakılması yine bu korkunç işlerden biri değil mi?

Rabbimizin mübarek vahyi olan Kur'an-ı Kerim'e ve onun şanlı mübelliği Fahr-i Kainat Efendimizin muhteşem örnekliğine dönmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?

Ya Selam!