EĞER MAKSUT ESERSE, MISRA-I BERCESTE KÂFİDİR!

“Berceste”, Farsçadan dilimize geçmiş bir sözcük… Sağlam, latif, seçme, güzel, kolayca ve hemen hatıra gelen ancak yüksek bir mana taşıyan söz anlamında kullanılmaktadır. Mısra-ı Berceste ise edebiyatımızda yüksek anlamı olan, şiiri ve şairi unutulduğu halde özü unutulmayan, dilden dile dolaşarak günümüze ulaşan beyit demektir. Kısaca anlamlı, hikmetli söz de diyebilirsiniz “mısra-ı berceste” için.

Tarihte bir Kanuni Sultan Süleyman’ımız var. Hani birçok batı ülkesinde Muhteşem Süleyman olarak tanınan 10. Osmanlı padişahı; 89. İslam halifesi… 30 Eylül 1520’de tahta çıkan 46 yıl padişahlık yapan, “Muhibbi” mahlası ile şiir yazan, divan sahibi... Divanında tam 2779 adet gazel olan şair padişah... Ancak, o hacimli divanından; “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/ Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” beyit’inden başka günümüze ulaşan etkili ne bir şiiri ne de bir beyit’i kalmış.

Ne demişti Koca Ragıp Paşa; “Turfe dükkân-ı hikemdir bu kühen tak-ı felek/ Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı”; bu günkü Türkçe ile “Şu köhne dünyanın kubbesi tuhaf bir hikmet dükkânıdır. Burada derde devadan başka ne ararsan bulunur.”, diyor; ancak biz, çok şey değil derdimize deva arıyoruz. Aradıkça da mısra-ı bercestelere sarılmak zorunda kalıyoruz. Ne güzel söylemiş Şeyhülislam Yahya; “Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur.”

Bercestelerin bazılarının yazarı belli değildir. Mesela, II. Mahmut devri devlet adamlarından acımasızlığı ve baskıcı yaptırımları ile halk arasında korku salıp sindiren Halet Efendi'nin idam edilerek öldürülmesinin ardından söylenen “Ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur/ Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehli kubur.” Söyleyeni belli olmayan mısra-ı bercestelerimizdendir.

Bir sözün asırlara damga vurması elbette bir büyük tecrübenin sonucunda söylenmiş olması ile doğru orantılıdır. Nitekim “Miyân-ı güft u gûda bed meniş iham eder kubhun/ Secaat arz ederken merdi kipti sirkatini söyler.” Bu günkü Türkçe ile “ Huyu kötü, mayası bozuk adam; söz arasında çirkinliğini sezdirir. Kipti’nin merdi, yiğitliğini anlatırken hırsızlığını söyler.”, sözü Ragıp Paşa’nın Kahire Valiliği esnasındaki tecrübelerine dayanarak kaleme aldığı şiirindeki meşhur mısradır.

Ziya Paşa, edebiyatımızda mısra-ı berceste yönü ile öne çıkan isimlerden biridir. Onun pek çok sözü, dillere pelesenk olmuş; karşılaşılan her olumsuzlukta hemen imdada yetişmiştir. Onun; soysuz birine üniformanın kazandıracağı her hangi bir şeyin olamayacağını ifade eden; “Bed asla necabet mi verir hiç üniforma/ Zer dûz palan vursan eşek yine eşektir.”, sözünü unutmak mümkün mü?

“Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz/ Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.” (Milyonla çalanlar yüksek ve şerefli mevkilerde baş dik, alnı açık olarak bulunur; birkaç kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır.”), beyit’i ile anlatılmak isteneni kim görmezden gelebilir ki… Yine Ziya Paşa’nın; “İkbâl için ahbabı siayet yeni çıktı/ Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı”(Yüksek mevkilere erişebilmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı; önceden bilmezdik, bu türden hüner ve beceri yeni çıktı.)”, sözünün doğruluğunu; “Milliyeti nisyan ederek her işimizde/ Efkâr-ı Frenge tebaiyyet yeni çıktı.” (Yaptığımız her işte millî birlik ve şahsiyeti unutarak Avrupalıların fikirlerine uymak yeni çıktı.) sözünün gerçekliğini hangi akıl sahibi inkâr edebilir ki… “Nush ile uslanmayana etmeli tekdir, Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” berceste beyit’leri tam da atasözü niteliğindedir. Hele Ziya Paşa’nın; “Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık/ Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık” (Eyvah bu oyunda bizler yine yandık, çünkü zarar ortada bu konuda bilmem biz ne kazandık) sözüne kafa yormak; “zararın neresinden dönülürse kârdır”, diyebilmek ne büyük erdem.

Elbette mısra-ı berceste denince büyük üstad Fuzuli’yi anmadan edemeyiz. “Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşîna beni/ Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni” (Allah’ım, beni aşk derdi ile bir bütün eyle ve bir an bile beni aşk belasından ayırma)

Biz, Bağdatlı Ruhi’nin;“Uyduk dil-i divâneye dil uydu hevâya” mısrası ile anlatılan deli gönlümüzün havasına uymadan ve Bursalı Talip’in; “Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz”, deyip yazımızı Mehmet Akif Ersoy’un darbımeselleşmiş bir mısra-ı bercestesi ile noktalayalım. ''Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim/ İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim./ Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek/ Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek!''

ELAZIĞ