GELİP geçiyor her şey… Arkadaşlıklar, dostluklar, yakınlıklar… Nice hâtıralar… Yaşanmışlıklar… Acı, tatlı… Gelip geçiyor. GEÇMİŞ zamanı eliyordum. Kimler gelip gitti, kimler kaldı listesi oluşturmaya niyetlenmiştim. Dönmedim kararımdan.

GELİP geçiyor her şey…

Arkadaşlıklar, dostluklar, yakınlıklar…

Nice hatıralar…

Yaşanmışlıklar…

Acı, tatlı…

Gelip geçiyor.

GEÇMİŞ zamanı eliyordum.

Kimler gelip gitti, kimler kaldı listesi oluşturmaya niyetlenmiştim.

Dönmedim kararımdan.

Uzunca iki isim listesi oluştu.

Karşımdaki ağaca çivileyip uzun uzun baktım.

İçinde kaybolup gitmiştim adeta…

MEĞER hayatımız mahşer gibiymiş.

Kaynıyormuş.

Unuttuklarımızı hatırlamaya başladığımızda aslında nerelerden geçip nerede durduğumuzu daha net görüyoruz.

LİSTELER üzerinde giderek yoğunlaştım.

Erinmedim.

Tek tek üzerinden geçtim.

Kiminde ağlamaktan gözlerim şişti.

Kiminde öfkenin kızgın dağlarına tırmandım.

Bazılarında pişmanlık derelerinde susuz kalıp kıvrandım.

Bir kısmında da çölde yolunu kaybeden avare gibi ne yana koşturacağını bilmeyen bir şaşkınlıkla yorulup harap oldum.

HER isim bir dünya.

Bambaşka bir alem…

Ve aslından sana bir hediye olarak gönderilmiş.

Üzücü olan şu ki, hiç birine hak ettiği gibi davranamamışız.

O anki duygu durumumuz, baskın halimiz neyse buna göre bir tutum geliştirmişiz.

Kimini başımıza taç ederken kimini de tekmelemekten halsiz bırakmışız.

Aslına bakarsan bu iki tür davranışta yanlıştı.

Birinde kıymet aşımı vardı.

Diğerinde ise değer bilmemek ve aşağılayıcı davranış.

TERAZİ olamamışız.

Tartılarımız yanlıştı.

Hesaplarımız karışık.

Kargacık, burgacık…

Dengeye geldiğimiz anlar bu isimler üzerinden gittiğim muhasebede o kadar azdı ki…

Üstelik bunlarda geçiciydi.

Sürdürülebilir bir adalet sergileyememişim.

YAZIK…

Çok yazık ömrümüze.

Sermayemizi düşüncesizce saçmışız sağa sola.

Hep aynı kalacağımızı sanmakta gafletin katmerlisiydi tabi.

AYNA idi her tanıdığım oysa bana…

Farklı açılardan bana beni gösteren.

Aynalara kızdık.

Öfkelendik.

Bağırıp çağırdık.

Gün oldu kırdık aynayı.

Kırdığımız kendimizden başkası değildi.

Bağırıp çağırdığımız, hakaretlere doymadığımız, aşağılamaktan hastalıklı bir zevk alarak bu kötü davranışı sürdürdüğümüz kişi kendimizdik aslında.

Onlar çekildiler, gittiler.

Biz kendimizle kaldık.

GÜNLERCE sürdü bu muhasebe.

Her birine bir mazeret bulup kendimi temize çıkarmaya çalıştım ama mümkün olmadı.

Liste kabusum oldu neredeyse.

Kimi çocukluk yarenlikleriydi.

Kimi kurs arkadaşlığı.

Kimi okulda sınıf sıraları yaramazlığı barındırıyordu.

Kimi yurtta sinema kaçamağı yapmak için tuvalet penceresinden riske girerek birbirine bağladığımız yatak örtüleri marifetiyle aşağıya sessizce süzülüş…

Kimi banliyö trenine ücretsiz binmek için biletçiyi kollama arkadaşlığı…

Ergenlik…

Gençlik döneminde kimlik oluşturma arayışları…

Askerlik arkadaşlıkları…

Acemi birliği ve usta birliği aşamaları…

İş hayatı sonra…

Zamanla öğrenilen mesafeler içeren profesyonel arkadaşlık dönemleri…

Bunun sahteliğinden bıkıp özüne dönme çabaları…

Mecburi kılındığımız öğretilerle yaşama mücadelesi…

Sonrasında hayatın doğal akışına uymadığını görüp yeni arayışlara girişme dönemleri…

Sosyal alt yapının kendini gösterdiği ve doğal ortamlarda serbest selamlaşmalar, arkadaşlıklar, dostluklar…

Kanmalar…

Kandırılmalar…

Hayal kırıklıkları…

Sevmeyi öğrenmek…

Sevilmeyi tatmak…

İş odaklı yaşamayı öğrenip buna öncelik vermek…

Bir şeylere sahip olma hevesleri.

Doğruların peşinde gitme azmi ve gayreti…

Ardından bunların tam da doğru olmadıklarını öğrenip hepsini çöpe atma mücadelesi…

Yanlışları düzeltme, eğrileri doğrultma gayretleri…

'Ben bu dünyaya neden geldim, görevim nedir?' sorularının ağır basıp altında kalındığı demler…

Yazma, çizme merakları…

Muhabbetler, sohbetler…

Anne, baba, kardeşler, sılay-ı rahim…

Dergi, radyo, gazete, özel şirket, televizyon dönemleri…

Her birinde samimi olup şimdi hatırlamadıklarım…

Hatırlanmamam…

Kitap, yayınevi, imza günleri vs vs…

Hepimizin hayatında var olan benzer pek çok kesit…

ELEME faaliyeti uzun sürdü.

Sancılıydı.

Sırtımı bir öğüt ağacına verip uzunca dalmalarım…

Liste yine karşı ağaçta.

Rüzgar geliverdi birden…

Telaşlandım.

Sorarsa ne cevap vereceğimi bilememe kaygısı…

Bereket versin bir şey sormadı ama söylediği cümle beni bir o kadar sancıya sürükledi…

'Vefa gerdanlığı mı, durum yağdanlığı mı? Boynundaki nedir?'

Hangisiydi gerçekten?

Ya Selam!