İlk yazımızda ‘girilemeyecek zihin yoktur’ demiş, ikinci yazımızda da ‘olup biteni arka planda yöneten ve kararların en ufağından en büyüğüne hepsini şekillendiren bir gizli yöneticinin yani ‘bilinçaltı’nın varlığından’ bahsetmiştik. Sonra da kısaca şu nazik uyarıda bulunmuştuk bilinçaltının hayatımızdaki önemli yeri hakkında: ‘bilinçli zihinden 30BİN kat daha güçlü olduğu söylenen bu gizli yönetici bilinçli zihinle aynı zamanda onun yaptığı işlemin 200BİN katı veri işleme kapasitesine sahiptir’

İlk yazımızda 'girilemeyecek zihin yoktur' demiş, ikinci yazımızda da 'olup biteni arka planda yöneten ve kararların en ufağından en büyüğüne hepsini şekillendiren bir gizli yöneticinin yani 'bilinçaltı'nın varlığından' bahsetmiştik. Sonra da kısaca şu nazik uyarıda bulunmuştuk bilinçaltının hayatımızdaki önemli yeri hakkında: 'bilinçli zihinden 30BİN kat daha güçlü olduğu söylenen bu gizli yönetici bilinçli zihinle aynı zamanda onun yaptığı işlemin 200BİN katı veri işleme kapasitesine sahiptir'.

Bu bilgi ve nazik uyarının ardından bugünkü yazımızda konuya ait olarak planladığımız üç bölümün sonuncusuna geldik ve bireysel anlamda ve devletler bazında hayati öneme sahip bir konuya dikkat çekeceğiz: 'zihinlerimize yerleştirilen Truva atları'.

Şöyle bir düşünün, zihinlerimizde yaşamsal alanımıza dahil olan her bir detayın kaydı alınıyor. Hatta anne rahmindeki 5'inci aylık dönemden başlayarak annemizin deneyimlediği durumların bile bebeğin yaşam kayıt alanına dahil olduğu söyleniyor. Bunca kaydın bilinçli zihinle eşzamanlı olarak onun yaptığının 200BİN katı daha fazla veriyi işleyip referans kayıtlarına geçiren bilinçaltı tarafından tutulan kısmını anlamaya çalışın bir süreliğine durum düşünerek… Aklımızın ya da bilinçli zihnimizin algılayabileceğinden çok daha fazlasına sahip bir kayıt alanından bahsediyoruz… Duyu kanallarımız aracılığıyla bize ulaşan her bir detaydan…

İşte bu kayıtlar bizler farkında olalım olmayalım, bizim yaşam algımıza etki ediyorlar ve yediğimiz meyveden aldığımız tattan, kokladığımız bir çiçeğin kokusuna kadar 'deneyimlerimize vereceğimiz biyolojik ve / veya psikolojik tepkilerimizi belirliyor'. Benlik imajımızı en temel haliyle şekillendiren öncelikle 0-3-6 ve ardından 6-9-14 yaşları arasındaki veri kayıtlarının içeriklerine göre kendimizi ya değerli, yeterli ve güvende hissediyoruz ya da hissetmiyoruz. Eğer değerli, yeterli ve güvende hissediyorsak, biz de iletişime geçtiğimiz insanların kendilerini aynı şekilde değerli, yeterli ve güvende hissetmelerine katkı sağlayıcı tutum ve davranışlar içinde yaşıyoruz. Konu en sade haliyle bundan ibaret ve fevkalade önemli.

Şimdi gelelim bu süreçte ve yetişkinlik dahil 14 yaş ve devamındaki diğer yaş aralıklarında yaşam algımıza erki eden çevresel unsurlara. Bilim açıkça gösteriyor ki:

içinde yaşadığımız çevresel faktörler genlerimizi uyarıyor ve çevremizden gelen uyaranlara verdiğimiz tepkiler de deneyimlerimizi beliyor;

bu deneyimler duygulara dönüşüyor

ve benzer çevresel etkiler içinde benzer duyguları tekrar tekrar yaşayan insanlar aynı genleri sürekli uyarıyor;

benzer duyguları sürekli deneyimleyen kişiler, tekrar tekrar aynı genleri uyararak benzer bir yaşam algısı üretiyor.

Bu çerçevede baktığımızda, çevresel unsurlar ve özellikle de en güçlü etki alanını oluşturan 'birlikte vakit geçirdiğimiz insanlar' ya da 'mevcut teknolojinin sağladığı araçlarla fark ettirmeden ve doğrudan iletişim içinde olduğumuz insanlardan çok daha büyük etkilerle bilinçaltımızı yönlendiren sanal alanlar' bizim zihinlerimize zamanla büyüyüp güçlenen ya da serpilerek kılcallarımıza nüfuz eden duygu-düşünce tohumları halinde bizi çepeçevre sarıyor.

Freud'un 'insan, karşılaştığı kişilerin kalıntısıdır', Jim Rohn'un ünlü 'insan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır' ya da kültürümüzün en güçlü aktarımlarından olan 'bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim' veya 'körle yatan şaşı kalkar', 'üzüm üzüme baka baka kararır' ifadeleri, çevresel etkinin gücünü temsil etmeleri bakımından gün geçtikçe çok daha fazla anlam kazanmıyor mu?

Tabi çevresel unsurlar sadece birlikte vakit geçirdiğimiz insanlarla kısıtlı değil. Ne yiyip içtiğimiz, okuduğumuz kitaplar ve hatta spor yapıp yapmadığımızdan, nasıl bir spor yaptığımıza, hangi türden dizi ya da filmler izlediğimiz, dinlediğimiz müzik türleri veya nasıl bir oda ve yatakta uyuduğumuza kadar birçok detay, çevresel unsurları oluşturuyor. Ve hatırlarsak bunların her biri genlerimizi uyarıyor, o uyaranlara verdiğimiz tepkiler deneyimlerimizi oluşturuyor, deneyimlerimiz duygulara dönüşüyor, onlar da tekrarlandıkları ölçüde bir yaşam algısı yani zihin haritaları inşa ediyor.

Bir başka önemli bilgi de bu yaşam algısının ürünü olan davranış tercihlerimizle ilmik ilmik işlenen genetik kodlarımızın bizden sonraki nesillerimize de aktarılıyor oldukları… Böylece çevremize ait etken unsurlar sadece bizleri değil çocuklarımızı hatta bazı yeni çalışmalara göre torunlarımızı da etkiliyor…

Peki, kısaca bu bilgilere dikkat çektikten sonra bu yazımızın başlığıyla ve ilk iki yazımızla olan bağımıza: 'işte bahsi geçen tüm bu unsurları zihinlerimize yerleştirilen Truva atları olarak değerlendirirsek – ki kesinlikle o ciddiyetle bakılması gerekir – bakalım bizler bireysel anlamda, devletler de daha üst dokularda nasıl sorumluluklar taşıyoruz?

Ara ara seminer, eğitim ve konferanslarımda bahsettiğim iki kavram var: 'yanlış ya da sahte anı'. Psikolojide sahte anı, gerçekmiş gibi hatırlanan ancak ya tamamen yanlış olan ya da gerçekte olandan önemli ölçüde farklı olan zihinsel bir deneyimi ifade eder. Literatüre göre, bunlar bir arabanın rengini yanlış hatırlamak gibi küçük ayrıntılar olabileceği gibi tamamen uydurma olaylar gibi daha önemli ayrıntılar da olabilir. Yanlış ya da sahte anılar oluşurken deneyim yumaklarına dahil olan önerilerden, yanlış referanslardan veya diğer bazı bilişsel çarpıtmalardan etkilenebilirler.

Müdahale, yönlendirici sorular, obsesif-kompulsif bozukluk, sahte anı sendromu ve uyku yoksunluğu sahte ya da yanlış anılara neden olabilir.

Sigmund Freud ve Pierre Janet'in çalışmalarının öncülüğünü yaptığı sahte anı araştırmaları, Amerikalı bilişsel psikoloji uzmanı Elizabeth F. Lotus'un katkılarından büyük ölçüde yararlanmış.

Bu çalışmalara göre sahte bir anıya sahip olan bir kişi, o anının doğruluğu konusunda bir miktar kesinliği koruyabilir. Buna yine çevresel etkiler neden olur. Ama bu yazımızın başlığıyla ilgili olan ikinci konu daha önemli: 'sahte hafıza çoğu zaman gerçekte olmuş bir şeyi unutmakla değil, hiç gerçekleşmemiş bir şeyi hatırlamakla ilgilidir'.

İşte bu noktada çevresel uyaranların mevcut teknolojinin kullandığı araçların çeşitliliği ve güçlü etkileriyle yeni nesil cephe türleri oluşturabilmeleri dikkatle incelenmesi gereken bir husus.

Düşman, bahsi geçen cephelerde dijital dünyanın imkanlarıyla hızlı şekilde yayılıma imkan bularak sıcak hatlara sürdükleri yeni ve nispeten çok daha maliyetsiz savaş unsurlarıyla insanların zihinlerine rahatlıkla girilebiliyor ve istedikleri ölçüde tahribata neden olabiliyorlar. Böylece farkındalık düzeyi düşük toplumlardaki o 'tuhaf hal', düşmana, hedef ülke insanının beyninin limbik (sürüngen ya da ilkel) alanlarına hitap ederek girilen zihinlere hissettirmeden ve kimseyi rahatsız da etmeden bıraktıkları 'uzaktan kumandalı algı bombalarını' birer Truva Atı misali ve kesinlikle çok daha az zahmetli yollarla operasyonel süreçleri yönetme imkanı veriyor.

Daha önce de yazdığımız gibi sahte ya da yanlış anı kavramının örnekleri, aslında yapmadığınız halde (kendi kendimize ya da birinin manipülasyonuyla) kahvaltı yaptığınızı hatırlamak gibi sıradan olaylardan, tarihteki önemli bir olayı çeşitli yollarla birilerinin arzu ettikleri gibi ve çoğu zaman bilinçli bir yanlışlıkla hatırlamak gibi ciddi durumlara kadar değişebilir.

Bu konu ne kadar mı önemli? Sahte anı kavramının kendisi 'sahte olsa da', mahkeme işlemlerinde yanlış mahkumiyetlerden tutun kazara adam öldürmeye, hatta manipülasyon ve kitle psikolojisinde ve propaganda faaliyetlerine kadar uzanan çok çeşitli gerçek dünya sonuçları vardır.

Bu kavramı şimdi bir başka bağlantılı olguyla ilişkilendirelim: 'Mandela Etkisi'.

Mandela Etkisi, büyük bir grup insanın bir olayı veya ayrıntıyı aslen farklı bir şekilde gerçekleştiği halde bambaşka bir şekilde hatırlaması olgusudur.

Bu olgu adını, birçok insanın Nelson Mandela'nın aslen 2013'te vefat etmesine rağmen 1980'lerde hapishanede öldüğünü sanması gibi yanlış hatırladığı örnekten alıyor.

Benzer bir durum eski Yunan komedyalarından biri olan ve Sokrates'in ölüme mahkûm edilmesinde etkili olduğu düşünülen Aristofanes'in 'Bulutlar' eserinde kendini gösterir. Gençlerin aklını yalan yanlış bilgilerle karıştırdığı gibi bazı iddialarla ölüme mahkûm edilen Sokrates, Atina halkının önünde kendi savunmasını yaparken onlara şöyle der: 'Siz beni Aristofanes'in 23 yıl önce sahnelediği 'Bulutlar' oyunundaki Sokrates'le karıştırıyorsunuz'. Gerçekten de öyledir. Sokrates, halkın gözünde o zamanın medya gücü olarak değerlendirilebilecek tiyatro eserlerinden birinin içinde bambaşka bir kişilik olarak betimlenir ve o haliyle kendisi için belirlenen ölüm cezasını da hak etmektedir. Oysa olan şey, sadece bir Yanlış ya da Sahte Anı, ya da Mandela Etkisi durumudur.

Bu kolektif yanlış hatırlama, insan hafızasının mükemmel olmadığını ve toplumsal faktörlerden, yanlış bilgilerden veya yanlış anlamalardan etkilenebileceğini vurgulayan sahte veya yanlış anının güzel örneklerinden sadece biridir.

Şimdi şöyle kısa bir duralım ve bir zamanlar tiyatronun, sonraları yazılı ve görsel basının, şimdilerde sanal dünyanın insan zihinlerini şekillendirme, yönlendirme ve yanıltma açısından ne derece güçlü bir silaha dönüşebileceği hususunu değerlendirelim…

Öyleyse, bize ulaşan her bir veri, profesyonelce hazırlanıp servis edildiklerinde birer Truva Atı işlevi görerek vakti ve yeri geldiğinde canlan(dırıl)arak bizi ve hayatımızı yönetebilir…

İlk yazımızda hangi cümleyle başlamıştık? 'Girilemeyecek zihin yoktur!'

İkinci yazımızda da kısaca beynin nasıl çalıştığını ve bilinçli zihinle bilinçaltı arasındaki bilişsel işlev yükünün ne durumda olduğu bilgisini paylaşmıştık.

Şimdi kısaca şu soruyu soruyoruz:

'Zihnimize özellikle gelişmiş teknolojiyi kullanarak gizlice yerleştirilen Truva Atları konusunda bireyler olarak ya da devlet düzeyinde bir bilinç ve koruma sistemimiz var mı?'

Selam ve Saygılarımla, Murat Kaplan