Sadi Şirazi, ‘İnsan, öldükten sonra ne kadar çabuk unutulduğunu görse, kimseye kendini beğendirmek için çabalamazdı,’ demiş.

Sadi Şirazi, 'İnsan, öldükten sonra ne kadar çabuk unutulduğunu görse, kimseye kendini beğendirmek için çabalamazdı,' demiş.

Yakın bir zamanda sevdiğim bir dostumla konuşuyorduk; o da çok benzer bir ifade kullandı:

'Babamızın ya da annemizin babasını yani dedemizi biliyor ve tanıyoruz genelde. Belki onun babasını da sadece ismen biliyoruz. Fakat dedemizin babasını ya da dedesini bilenimiz çok ama çok azdır'.

Öyle doğru ki.

Kaçımız dedemizin babasını ya da dedesini merak etmiş ve/veya tanımış olabiliriz ki. Hadi merak ettik, hayatımızda ne kadar yer kaplamış olabilirler kan bağımız olan bu isimler? Saygısızlık olmasın ama neredeyse hiç…

Güne, güncele, hadi biraz zorlarsak dedemize kadar gidiyor ilgimiz ve temasımız konusunda… Bir miras meselesi de olmasa birçoğu o kadar bile hatırlanmıyor… doğru değil mi?

Sözün kısası, 'belki iki, bilemediniz üç nesil daha hatırlanacağız ve sonrasında bizler de unutulacağız'.

Çok da kibirlenmeye, böbürlenmeye gerek yok…

Üzülmek de nafile…

İşte konu bu olunca biraz düşünce sardı beni dün akşam ve bu sabah da Sadi Şirazi'nin bu sözüyle karşılaştım.

Tesadüf yok dijitalleşen dünyamızda. 'Akıllı cihazlarımız yanımızdayken ne konuşsak onlar karşımıza çıkıyor,' diyoruz ya, daha ötesi var sanki: 'konuşmamıza bile gerek yok artık, sadece düşünmemiz bile yeterli olabiliyor gibi; ne düşünürsek karşımıza onu çıkartıyor dijital dünya'. Ne dersiniz?

Neyse,

Unutulmak için fiziksel ölümlerimize ve ardından iki ya da üç nesil geçmesine gerek yok dostlar.

Ruhsal, duygusal ve zihinsel bağlarımızın koptuğu, bir başka deyişle 'ihtiyaçlarımızın bittiği ya da artık karşılan(a)madığı' kişi ya da kişilerle olan 'kopmuş bağlar' da unutmak eylemiyle eşdeğer…

Bir iş yerinden,

Bir okuldan,

Bir mahalle ya da şehirden,

Hatta bir ev, aile ya da sevgiliden uzaklaşınca da unutuluyor insan…

Bir anlamda 'ölümün ya da unutulmanın da türlü türlüsü var' demek mümkün.

Ölmeden mezarlara konulanlarımız,

Ölmeden mezara koyduklarımız var…

Artık sevmediğimiz, artık ihtiyaç alanımız veya tamımımıza uymayan kişileri de bir bir unutuyoruz…

Hem de çok hızlı bir şekilde…

Homer'in İlyada'sında o görkemli Olimpos dağındaki tanrıların aralarında geçen şu konuşma çok anlamlıdır:

'İnsanlar bize inanmayı bıraktıklarında hepimiz yok olacağız.'

Bizler de öyle olacağız:

'Birileri bizi sevmeyi, bize ihtiyaç duymayı ya da inanmayı bıraktıklarında, o çok kıymetli, sevgili ya da vazgeçilmez olduğumuzu sandığımız insanların zihin, kalp ve bedenlerinde yok olacağız… unutulacağız zamanla.

O bizi kıymetli, yeterli ve güvende hissettiren ve uğruna taklalar attığımız unvan ve makamlar, gençliğimizde neredeyse tapındığımız bedenlerimiz ve kabarık kalması için çırpındığımız banka hesaplarımız bir gün birileri için anlamını yitirecek ve insanlar için eskisi kadar canlı, gerekli ve istenen kişiler olmaktan çıkacağız… ve nihayetinde unutulacağız.'

Her doğumun bir ölüm anlaşması olduğu gibi,

Unutulmak da unutmak da hepimiz için 'kesin güzergah' olacak…

Şüpheniz olmasın…

Buna üzülmenin ya da kırılmanın bir anlamı yok:

'Bir gün artık birileri için eski önemimiz, kıymetimiz ve çekiciliğimiz kalmayacak ve sonra öncelik sıralamasında yerimizi yavaş yavaş kaybedeceğiz; ardından da seyrekleşen hatırlanmalarımız kaybolup gidecek ve o kişiler için ölü hükmünde olacağız. Bunu kabul etmek en güzeli.'

Bu arada 'sonsuzluğun mevcut yapımızla imkansız olduğu' gerçeğiyle birlikte, yaşamı daha anlamlı kılan bir güzellik için hala hayattayken hepimizin şansı var:

'İyi insan yetiştiren, insanların hayrı ve kullanımları için ilim, sanat ya da güzellikler yapıp bırakan herkes, nesiller sonra da hatırlanacak ve iyilikle anılacaktır. Bunu hatırlamak hepimize iyi gelebilir…'

Selam ve Saygılarımla...