HENÜZ oturmuştum ki, bu soruyla karşılaştım. “Tayf nedir bilir misin?” Eski muhabbetlerimizdeki tecrübeme dayanarak bilinen bir şey sormayacağından emindim. Bu sebeple uzay ve astronomi üzerinden bir cevap vermeyi düşünmedim.

HENÜZ oturmuştum ki, bu soruyla karşılaştım.

'Tayf nedir bilir misin?'

Eski muhabbetlerimizdeki tecrübeme dayanarak bilinen bir şey sormayacağından emindim.

Bu sebeple uzay ve astronomi üzerinden bir cevap vermeyi düşünmedim.

Belli ki, aradığı başkaydı.

Yine de bir arkadaş dayanamayıp soruyu cevapladı.

'Bir kaynaktan gelen ışığın, örneğin bir prizma yardımıyla çeşitli dalga boylarına ayrılması. Yağmur damlaları prizma etkisi yaparak güneşin tayfını gökkuşağı şeklinde gösterirler.'

Bir başkası destekler mahiyette bir ilave yaptı.

'Işığın bir prizmadan geçtikten sonra oluşturduğu renkli bant, ışığın dalga boylarına yani renklerine göre ayrışarak oluşturduğu sıra.'

Sonradan fark ettim ki her iki açıklama da kendilerine ait değildi. Ellerindeki cep telefonu marifetiyle internetten bulunup söylenmişti.

TAHMİNİMDE yanılmamışım.

Aranan cevap bunlar değildi.

İnsan böyle işte, genellikle aceleciliğine yenik düşüyor. Oysa hatip bu soru ile bize 'Biraz durup düşünün, size bildiklerinizden farklı söyleyeceklerim var' diyordu.

Bu bir konuşma sanatı elbette.

Sorular vasıtasıyla kendimize yeni sorular sordurmak…

'Bildiklerinizle yetinmeyin' mesajı vermek.

'Belleyip ezberlediklerinizin dahası var, hatta onların ötesi var' algısını oturtmak…

KONU böyle gelişip kendi mecrasında akıp gidince tüm ısrarlarımız sonuçsuz kaldı.

Açıklamadı.

Önünü kesmiş olduk.

Tıkadık kısacası.

Belki de bizi şaşırtacaktı.

Zihinlerimize çengeller atacak doğru olduğundan emin olduğumuz kimi yanlışlarımızdan çekip çıkaracaktı.

Olmadı.

ÖDEV olarak kaldı üzerimizde.

Muhakkak üzerinde çalışmalı, düşünmeli, yeni bilgilere ulaşıp onları sentezleyerek sunmalıydık.

Kendi görüşlerimizi ilave etmediğimiz aktarımları kabul etmiyordu zira.

Hazmedilmiş bilgiler bekliyordu bizden.

HAKLIYDI.

Zaten bugüne dek ne çekmişsek önünü arkasını, bağlamını bilmediğimiz, merak bile etmediğimiz malumat ile beyinlerimizi doldurmuş olmaktan çekmiyor muyduk?

Bunun o kadar derinden farkındaydı ki, bizi zihnî çöküşlerimizden kurtarıp ayağa kaldırmak için didinip duruyordu.

Onun gösterdiği emeğin yarısı bizde olsaydı şu an içinde bulunduğumuz düşünce felcine uğramayacaktık.

Ya da bu illetten sıyrılacaktık.

ZARARIN neresinden dönülürse kar değil mi?

Madem öyle bir yerden başlamalıyız.

Bu habîs tümörden kurtulmalıyız.

'GÖRDÜĞÜMÜZ hayaletler' demekmiş, tayf.

Var sandıklarımız.

Olmadığı halde var saydıklarımız.

Karagöz oyunu gibi.

Vehmî…

Vesvese ile varlık giydirdiğimiz düşünceler…

Kendimizi büyük sanışlarımız…

Allame belleyişlerimiz…

Ârif kabul edişlerimiz…

Kendi kafamızdan uydurduğumuz vahyin doğrulamadığı kuruntularımız…

Bizler gibi aciz, kusurlu, etkisiz varlıklara olağanüstü güçler yüklememiz…

Peşine de bizleri onların kurtaracağı gibi aldanışların en katmerlisine boynunu idam ipine uzatır gibi uzatışlarımız…

Hakkın vermediği yetkileri kendimize veya sevdiğimizi söylediğimiz kişilere verişimiz.

Cennetlik amellerden fersah fersah uzak durduğumuz halde onların bir hokus pokus yapmalarıyla sıyrılacağımız yönündeki aldanışlarımız…

Kimini kurtulmuş, kimini de cehennemin dibini boylamış duygusuna kapılışlarımız…

Ve daha neler, neler…

NASIL başarabiliyoruz bu kadarını bilmiyorum.

İnanın.

Nasıl inandık?

Kimler inandırdı bizleri bulup çözmemiz gerekiyor.

Tayflar sarmış her bir yanımızı.

KARANLIKTA gördüğümüz gerçekte o, olmayan varlıklardan korkarız oysa.

Bildiğimiz halde kaygılanırız.

Tedirgin oluruz.

Peki, aynı hassasiyeti manevî konularda neden göstermiyoruz?

Gösteremiyoruz?

Kaybımız ilkine göre ne kadar fazla, bilmiyor muyuz?

Çok iyi biliyoruz hem de.

Bu aymazlık neden o vakit?

YANLIŞ bilgilerle kirlendik…

Esaslı bir temizlik gerekiyor.

Bir gönül abdestine çoğumuzun ciddi şekilde ihtiyacı var.

Bizler 'Furkan' olan Kur'an-ı Kerim'in öğrencileri değil miyiz?

İnanmışları değil miyiz?

O halde bizlere hak ile batılı fark edebilme feraseti sunan yüce kitabımızı anlayarak okuma konusunda neden bu kadar yavaşız?

Niçin elimiz tutuk?

Menfaat içeren dünyevî konularda ikinci, üçüncü görüş alma ihtiyacı hissedip danışmanlıklara başvururken bu mevzularda zanlarımıza bu nevi itimat edişlerimizin altında ne yatıyor?

TEZEKKÜR etme vaktidir.

Hatırlayıp düşünme zamanıdır.

Elimizde fırsatlar vardır.

İmkanlarımız da geniştir üstelik.

KAPILDIĞIMIZ vesveseleri kovalım.

Vehimlerimizi kapı dışarı edelim.

Gerçek olmayan yani kanıta dayalı bulunmayan zan ve bilgi sandığımız malumatları yeniden gözden geçirelim.

Fahr-i Kainat Efendimizin Kur'an ile getirmediği kişisel zihinlerin kurguladığı hakikat dışı duygu, düşünce ve fikirlerden uzak kalalım.

Katışıksız bir imanı elde etmek için çabalayalım.

İşte o zaman tayfların tayfununa uğramaktan beri oluruz.

Sahil-i selamete ulaşırız.

Bunu yaparsak eğer Kur'an-ı Kerim gerçekten bizim kitabımız olur.

Ve Nebiyy-i Zîşan Efendimizin bizler için çektiği çileleri anlayıp doğru bir mukabelede bulunmuş oluruz.

Her türlü tayftan kurtulmak niyazıyla iyi haftalar dilerim…

Ya Selam!