Mànileri severim. Kısacık mısralarıyla ve bir tek kıta söylenirler ama büyük mánâ yüklüdürler. Sosyal medyanın akıbetini de màni ile söyleyeceksek...“Böylesini de ilk defa görüyoruz” diyeceksiniz biliyorum.

Mànileri severim. Kısacık mısralarıyla ve bir tek kıta söylenirler ama büyük mána yüklüdürler. Sosyal medyanın akıbetini de màni ile söyleyeceksek...

Facebook bitti, gitti gider..

İnstagram da takip eder,

Sosyal medyada galiba

Elde kaldı bir tek twitter...

'Böylesini de ilk defa görüyoruz' diyeceksiniz biliyorum. 'Yarı Türkçe yarı İngilizce màni mi olurmuş?' da diyenler çıkacaktır.

İdare edin artık, zira ne facebook'un ne instagram'ın ne de twitter'ın henüz komik de olsa, özçekim TDK'sınca bulunmuş öztürkçe karşılıkları yok!..

Sosyal kelimesi de yabancı ama ona pek itiraz eden yok. Osmanlıca yàni zengin Türkçemizdeki karşılığı «içtimaî»den geçtik, «toplumsal»ı da kullanmıyor kimse. Kullansalardı «sosyal medya» yerine 'toplumsal ortam' falan denilebilirdi...

Lisánımız fakirleştirilmeseydi «içtimaî muhaverat» derdik, efradını cami ağyarını màni bir şekilde... Muhaverat kelimesini günümüzde telafuz eden biz yaştakilerden bile yazar kalmadı. Oysa ne büyük anlamı vardır...

Muhaverat, tam da medya (ing.media) demek. Karşılıklı görüşmek suretiyle haberleşmek. Bu görüşme telefonda da olabilir yüz yüze de olabilir, televizyonlar gibi tek taraflı da olabilir.

Dikkat ederseniz «içtimaî basın» veya «içtimaî matbuat» demedik. Zira onlar yazılı, mürekkepli haber áletlerini, vasıtalarını çağrıştırır daha ziyade.

Oysa farz-ı muhal, dedelerimizin devrine tayyizaman edebilsek, fantastik Batı sinemasının 'zamanda yolculuk' vasıtası olsa, gidip 'biz elimizdeki küçücük cihazlarla «içtimaî muhaverat» yapıyoruz' diyebilseydik, bizi anlayacak ve 'bak azizim, söylüyordum da itimad etmeyip bıyık altından gülüyorlardı...' falan diyecekler ve sonra,

Evlat anlat bakalım şu küçük cihazın «içtimaî muhaverat» marifetlerini... diye merakla teferratı talep edeceklerdi...

* * *

Çokca işitmişsinizdir, Bakara Suresi 18. ayette, 'Summun bukmun, ũmyun fehum la yerciũn...' mealen: '(Onlar) sağırlar, dilsizler, körlerdir. Artık (Hakka) dönmezler...' buyurulur.

CB çokça zikrediyor bu ayet-i celîleyi. Haklıdır da, kafirler güruhu gerçeklere kör, sağır ve hakikati söylemede laldir (dilsizdirler).

Bu nedenle iki cihan güneşi Peygamberimiz efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), anlatılması gereken, adaletin teminini sağlayacak olan bir hakikati bile bile gizleyenler için 'dilsiz şeytan' demişlerdi.

Âyet-i celîledeki körlük ise beden gözlerinin körlüğü değil, kalbin körlüğü yàni hakikate ruhun kapatılmasını ifade eder. Kafir de zaten göstermeyen, örten demek. Hakikati hidayeti hem kendi hem başkaları için örten...

Hakeza sağırlık da böyle. Anlatırsın, beden kulaklarıyla duyar ama o duyduklarını kalbine indiremez... ruhunu hakikati kapatmıştır.

Gerek «içtimaî muhaverat» yàni yaygın revaçta olan (populer) haliyle «sosyal medya» sahasında olsun, gerekse matbuatta veya sohbet ortamlarında olsun; hakikat ehlinin dokuz köyden kovulmasına gelince...

Bunun sebebi ehl-i irfanın, azm'ü cezm'ü kast ederek davayı omuzlamayışıdır. Bizim yeni davalara değil, yeni dava adamlarına ihtiyacımız var. Biz eskidik, abbas yolcudur.

Yeni nesilden dava adamları çıkar mı? Sosyal medyada ünlenmeyi bekleyenlerden bırak dava adamlığını adam çıkar mı acaba? Ah ah... sosyal medyanın geleceğini bilmem ama galiba Türkiye'nin geleceği öyle pek parlak değil...