Bu yazının başlığını böyle belirledik ancak,” Siyasetçi mi Sanatçı mı? Siyasetçi mi Rantçı mı?” diye de belirleyebilirdik. Gerçi yazımın başlığından çok muhtevası mühim. Bu yazıda asıl maksadımız, sanatçı siyasetçi gibi, siyasetçi de sanatçı (esasında rantçı, zenaatçı) gibi davranırsa, orada bir terslik vardır, ortada bir garabet vardır.

Bu yazının başlığını böyle belirledik ancak,' Siyasetçi mi Sanatçı mı? Siyasetçi mi Rantçı mı?' diye de belirleyebilirdik. Gerçi yazımın başlığından çok muhtevası mühim. Bu yazıda asıl maksadımız, sanatçı siyasetçi gibi, siyasetçi de sanatçı (esasında rantçı, zenaatçı) gibi davranırsa, orada bir terslik vardır, ortada bir garabet vardır. Bir de siyasetçiler artık vatan ve millet hizmetinde değiller, kendi menfaat ve rantının peşindeler. Siyasetçi sanatçı oldu derken, menfeat yani zenaat'tir kastımız. Bunları anlatmak istiyoruz esasında.

Bu acayip durumun yani bu garabetin temelleri ta 42 yıl öncesine gider. Evet, şurası bir gerçek ki, Ülkemizde özellikle 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra ne ideal kaldı, ne fikir kaldı ve ne de ülkü kaldı. Siyasette menfaat ve rant her şeyin önünde artık. Siyasetçiler artık zenaatçı gibi. Bu durum her partide ve her siyasi görüşte çoğunlukla böyle.

Ve tepeden tırnağa, tabandan tavana durum böyle!

Adam bir siyasi partinin herhangi bir kurulunda görev alıyor. Aklında fikrinde ne Ülkeye hizmet ne de vatandaşa yardım etmek var. Adam bir ilçede iktidar partisinden görev almışsa, o partinin ilçe yönetim kurulunda mevki almışsa, 'kızımı, oğlumu nasıl Devlet'te bir işe yerleştiririm, eğer ticaretle iştigal ediyorsa, nasıl bir ihale alırım, nasıl yolumu bulurum,' bunlar var aklında, fikrinde.

İlçeden başladık, ilçeden devam edelim. Adam ilçedeki belediyeyi kazanmış partinin kurullarında görev almışsa, onun da derdi oğluna-kızına iş, kendine menfaat-rant sağlamaktır. Başka bir şey yok. Genç kişi bir partinin gençlik kollarında görev mi aldı, onun da derdi-tasası vatan-milet değil, nasıl işe girerim, nasıl menfaat-rant sağlarım.

Durum taşrada böyle? Taşra böyle de merkez çok mu idealist? Ankara'daki siyasetçiler, başkentteki politikacılar çok mu vatansever?

Nerede, nerede, nerede? Ne gezer Kardeşim? Yok Kardeşim yok! İdealist, ülkücü ve vatan için siyaset yapan, politikada vatan ve millet için çalışan yok Kardeşim! İldekiler de aynı, ilçedekiler de aynı. Taşradakiler de aynı, Başkenttekiler de aynı. Hepsi aynı durumda? Burada bazı az sayıdaki idealist ve vatansever siyasetçileri üzmek istemem.

Evet, 'sözüm Meclisten dışarı' ve az sayıdaki idealist ve aklında vatana hizmet olan az sayıdaki partililer hariç, durum yüzde 80-90 oranında böyle. Yani siyasette, hangi partide olursa olsun görev alanların yüzde 80-90 oranında durumları bu, bunlar (maalesef) menfaatçi ve rantçı. Yüzde 10-20 idealist ve ülküsünün peşinde olan siyasetçi varsa, onlara saygımız vardır.

Ben yazımın bu noktasında 12 Eylül 1980 öncesinde ve idealizmin, hem sağ ve hem de sol cenahta fikirlerin ve dava'nın önemli olduğu, menfaat ve rantın önemli olmadığı günlerden örnekler vermek istiyorum.

Memleketim Pazarcık'ta daha 14-15 yaşlarında gençliğe yeni adım atmış, bıyığı yeni terlemiş gençleriz. Mahallemize Ülkü Ocaklarını açtık. Vatan ve millet uğrunda Ülkü Ocağımıza her gün gidiyor ve orada kitaplar içiyor, çay içiyoruz. Ve Ülkü Ocağının tüm masraflarını, çayını, şekerini biz karşılıyorduk. 14-15 yaşlarındaki bir gençte ne para olacak? Babamızdan aldığımızın harçlıkları Ülkü Ocağının masrafına harcıyorduk. Ülkü Ocağının çay ve şekerlerini bazen de evden temin ediyor, Annelerimizden çay ve şeker isteyerek ocağa getiriyorduk.

Bizim mahalledeki Ülkü Ocağının durumu böyle iken Pazarcık İlçemizin merkezde bulunan Ülkü Ocağının durumu farklı mıydı? Orada da herkes kendi imkanlarıyla ocak masraflarını karşılıyordu. Civar şehirlerden gelip de Adana ya da Malatya istikametine giden Ülkücüler de Pazarcık Ülkü Ocaklarına uğrarlar imkan varsa yemeklerini yerler, yoksa çaylarını içer giderlerdi. O yıllarda kimsenin aklına ne rant, ne menfaat gelmezdi. Herkes dava için, ülkü için hizmet ederdi. 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra durum değişti.

12 Eylül 1980 Darbesini yapanlar için, inanç, fikir, ülkü sahibi olmak sanki öcü tehlikeli vaziyetlerdi. Bu değerler (iman sahibi olmak, ülkücü olmak, fikir sahibi olmak) öcü gibi gösterildi. İnsanlar kitap okudukları için suçlu ilan edildi.

Hiç unutmam. 12 Eylül 1980 Darbesi günleri idi. Jandarmalar, askerler başlarındaki komutanları ile sık sık evlere baskın yapıyorlardı. Aradıkları iki şey vardı. Silah ve kitap. Bizim ev iki odalı ve fakir bir ev idi. Bizim evde silah ne gezer. Devletimize bağlı ve sadakat içinde bir aileyiz. Bizim evde kitap aradılar. Benim gençlik yıllarımdaki kitaplarımı didik didik incelediler. Halı altlarına kadar kaldırıp kitap var mı diye baktılar. Sanırım bendeki bir kitabı sakıncalı bulup aldılar ve götürdüler. Ya da ben o sakıncalı diye nitelenen kitabı çatıda bir yere sakladım. Aradan 42 yıl geçtiği için o günleri net olarak hatırlamam mümkün değil, hayal-meyal hatırlıyorum.

O günlerdeki baskıcı anlayış ve kitaplara, fikirlere karşı bu sert duruş, insanları fikirden ve ülküden kopardı ve başı-boş bir hayata yöneltti. Özellikle gençler fikirden ve düşünceden korkar oldular. İşte bu ahvalde siyasette menfaatçiler ve rantçılık gelişti. Doğa boşluk kabul etmez. İdealizm ve Dava uğruna çalışmak yanlış gösterilirse, başka şeyler öne çıkar. 12 Eylül 1980 Darbesi insanları başka şeylere yöneltti.

İnsanlar, 'madem fikir ve ülkü peşinde koşanlar damgalanıyor ve sistem dışına itiliyor, biz de ranta ve menfaate yönelelim' dediler ve o yıllardan itibaren 'davanın boş, fikirlerin boş, düşüncelerin boş, haydi öyleyse sen de menfaate ve ranta koş' durumları başladı.

İşte o durumlar halen devam ediyor. 'Siyasette rant ve menfaat şahane, vatana, ülkeye hizmet bahane.' Durum özellikle büyük partilerde böyle.

Ancak bazı idealist partiler de var. Bunlar iktidara gelmek maksadından çok fikirlerini önde tutan oluşumlardır. Evet, hem sağda, hem solda aşırı uçlarda yer alan ve iktidara gelmeleri mümkün olmayan idealist, fikir ağırlıklı oluşumlar var. Onlara sözümüz yok.

Yazımın bu noktasından sonra konuyu sanatçılara getirmek istiyorum. Yani sanatçılar nasıl siyasetçi oldu? Onu da görelim.

Geçen gün bir Ünlü Sanatçı (daha doğusu komedyen) işi-gücü bırakmış sosyal medyadan, Twitter'dan solculara ve kendi yandaşlarına öğütler veriyor ve onlar için çabalıyor da çabalıyor. Bu durumu müşahede ettiğimde tefekküre daldım ve ben de kendi Twitter hesabımdan şunları paylaştım: 'Adam sanatçı kimliğini bırakmış kendi partisine solculara akıl Hocalığı yapıyor. Aman da aman, 'özde siyasetçi, sözde sanatçı. Bizim sağ cenahta ise durum çok farklı. Siyasetçi sandıklarımız rantçı.' Nerede kaldı idealizm, nerede kaldı fikir ve düşünce?

Evet, durum bu kadar açık ve net. Sanırım farkı anladınız. Bizim sağ cenahta siyasetçilerimiz siyaset yapmazken ve rant-menfaat peşindeyken, adamların sanatçıları dahi siyaset yapıyor. (Ben bir sanatçı özelinde söyledim, sol cenahta sanatçıların birçoğu da zaten siyasetçi gibi. Onları siz tanıyorsunuz)

Bu durum beni üzdü ve 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra geldiğimiz son noktayı gözler önüne serdi. Durumu biraz da moda terimlerle ifade edelim. Şu meşhur in ve off diyerek anlatılan durumlar var ya. İn, moda olan, geçerli olan demektir. Off, moda olmayan ve geçerli olmayan demektir. Evet, 'siyasette hizmet ve idealizm Off, menfaat ve rant İn.' Bu durum özellikle de sağ cenahta böyle.

Son bir not: Yazımın başlığında geçen 'sanatçılar siyasetçi, siyasetçiler sanatçı oldu' sözünden, bazı siyasetçilerin artist olduğu manası da çıkar. Bu da doğru bir tespit. Onu da ayrı bir yazıda anlatırız. Artist siyasetçilerden de bahsederiz.

Evet, yazımın en sonunda dua: Allah akıl ve fikir versin. Yüce Rabbim hizmet ve Davaya sadakat nasip eylesin. Ben kendimden sorumluyum. İnşallah bu aciz ve garip Ahmet Sandal, en zor zamanlarda dahi yalnız Davasını (adaleti, doğruluğu ve tüm insanların ve tüm varlıkların huzur ve güvenini) düşünür ve o uğurda çabalar.