BÖYLE severdi, sevdiklerini… “Sen gönül sahilime vuran amberimsin.” Duyduğum günden beri kalbimin en özel bir köşesinde saklayıp durduğum bir cümledir bu. Zaman zaman aklıma düşer.

BÖYLE severdi, sevdiklerini…

'Sen gönül sahilime vuran amberimsin.'

Duyduğum günden beri kalbimin en özel bir köşesinde saklayıp durduğum bir cümledir bu.

Zaman zaman aklıma düşer.

Gözlerimi kapatır bu benzetmenin hazzını iliklerime kadar yaşarım.

Sevgisini ifade edemeyen bir nesil olarak bu cümle tüm benliğimi sarar.

ŞAİR şöyle demişti hani; 'Seni seven, sevmesini bilmemiş…'

Hayatımızın en büyük yaralarından biri değil mi bu?

Sevmeyi bilemediğimiz vakit sevilme konusunda da yetersiz kalmaz mıyız?

Kendimizi sevdirme ve tüm güzelliklerimizin ortaya çıkarılması konusunda aciz kalmaz mıyız?

Sanırım pek çok tartışmanın temel sebebi de bu?

Ne tam olarak sevebildik ne de kendimizi sevdirebildik!..

Ne kadar yazıklansak yeridir.

ESKİLERİN sevdalarını ifadeye muktedir olanları çokça bulunduğu gibi söze dökemeyenleri de vardı.

Burada kültürel sebepler ve yetiştirilme tarzı söz konusu elbette.

Ama bu kişiler dile getiremedikleri aşklarını hayata taşıma konusunda sanırım bizler kadar yetersiz ve kısır değildi.

Bir yaşlı nineye eşiniz size sevdiğini hiç söyledi mi sualiyle karşılaştığında 'Hayır, söylemedi ama ben bunu hep bilirdim' şeklindeki cevabından tatmin olmayınca 'Nasıl?' diye yinelemişti soran.

'Bana üzerinde çiçekler bulunan elbiselik kumaşlar alırdı' mukabelesi sevginin nasıl yaşanabileceğini bir başka açıdan gösteriyor.

Dönem itibariyle henüz bu konuda 'Sevgi Dilleri' üzerinde makaleler yazılmamış olsa da hayatı derinden yaşayanlar tarafından bilindiğinin güzel bir göstergesi…

'SEN gönül sahilime vuran amberimsin' cümlesi tutuklu kalmış hangi tutkuyu açığa çıkarmaz ki?

Bastırılmış hangi hisler zuhura gelmez ki?

Saklanmış hangi kızgınlıklar, öfkeler yerini muhabbete bırakmaz ki?

Dilimizin çözülmesi mühim.

Ama bu kilidi açamıyorsak davranış lîsanı neden harekete geçmesin.

Hediye, dokunma, bakış ve ortak pek çok paylaşım bu sıkışmışlığı kolaylıkla ferahlatır.

Derin deniz balıklarının sindirim atığı olarak amberin ortaya çıktığını söyleseler de konu üzerinde çalışanlar bizim burada dile getirmeye çalıştığımız bu değil elbette.

Nerelerde kullanıldığı, nasıl işlendiği, ekonomiye nasıl kazandırıldığı yine bahsi diğer.

Biz gönüllerimizi bayram meydanına çevirecek olan duygu kokulu cümlelerden bahsediyoruz.

Sanırım bu hususta kendimizi daha fazla eğitmemiz gerekiyor.

Konuya eğilmemiz bir zaruret.

İnsanın içine rahmet damlaları gibi serpilmeyen, kokmayan plastik çiçekler gibi cümleler kurmanın elbette bir anlamı yok.

Bizi harekete geçirmiyor çünkü.

Ayağımızı yerden kesmiyor.

Özel ve değerli hissettirmiyor.

O zaman yapılması gereken nedir?

Orijinal cümlelere sahip olmalıyız.

Bunun için ise hile barındırmayan bir kalp gerekli…

Çıkardan azade bir kişilik oluşumu kaçınılmaz.

Ne diyelim, Allah bize sevgi üreten bir gönül ve bunu en güzel biçimde ifade edebilen bir dil nasip etsin.

Ya Selam!