OTURMUŞ öteden beriden laflıyorduk. Hayatımızın akışında yer alan iniş ve çıkışları, zorluk ve ardından lütfedilen kolaylıklar üzerine söyleşiyorduk. Ve tabi duygularımızdan.

OTURMUŞ öteden beriden laflıyorduk.

Hayatımızın akışında yer alan iniş ve çıkışları, zorluk ve ardından lütfedilen kolaylıklar üzerine söyleşiyorduk.

Ve tabi duygularımızdan.

Hayatımızı renklendiren, neşelendiren, hatta anlamlı kılan duygularımızdan…

Sevgi mesela.

Yaşamımızdan sevgiyi çekip alsalar ne kalır geriye?

Muhabbet suyu ile beslenmemiş çiçekler solmaya mahkûm değil mi?

Annelerimiz evde yetiştirdikleri bitkilerle neden konuşurlar acaba?

Onlara gösterdikleri bu titizliklerinin altında sevgi ile yoğrulmuş olan hamur yer almıyor mu?

Aynı şekilde kainata merhametle bakmak…

Merhametin dilini konuşmak…

Şefkatin lisanı olmak…

Tüm bunlar bizim kimlik yapıtaşlarımız.

Bizi biz yapan unsurlar.

Ve hayata hayat olan can suyu…

ÖFKE de var aynı zamanda…

Bu da bir duygu.

Tahripkar bir duygu üstelik…

Evlerden ırak dememiz gereken ve asla yanına yöresine yaklaşmamamız gereken.

Gerçi psikologlar kıvamında olan öfkenin sağlık işareti olduğunu söylüyorlar.

Ancak biz dozunu ne vakit tutturabildik, bilmiyorum.

Önce minik bir kızgınlıkla, hazmedemeyiş ile kendini açığa çıkarıyor.

Sonra kontrol edilemediğinde sıcaklığı artıyor ve tüm benliğimizi ele geçiriyor.

Vücut tepkilerimizde bile değişikliklere sebep oluyor.

Kasılıyoruz, gözlerimiz büyüyor, damarlarımız geriliyor, ses tonumuz yükseliyor ve kontrol bizim elimizden çıkarak onun kontrolüne giriyoruz.

Sonrası ise felaket…

Hiddet ve şiddet.

HIRSIZDIR öfke.

Çalar sürekli.

Daima senden çalıp durur.

Zamanını kaybedersin, dikkatini vermen gereken yerlere odaklayamazsın, ilgini yanlış alanlara kaydırırsın.

Sıhhatini kaybedersin.

Büyük ziyan edersin.

Dostlar birer ikişer giderler.

Ailen dağılır.

Çocukların sana hınç beslemeye başlarlar üstüne üstlük, bunu senden öğrendiklerinden onlara kötü bir miras bırakmış olursun.

Öngörünü çalar öfke…

Tahmin edebilirliğin kaybolur. Hiç beklemediğin şeylerin içinde bulursun kendini.

Haz hırsızıdır öfke…

Lezzet aldığın ne varsa kaybolur, ağız tadın bozulur.

Adalet terazini şaşırtır. Muhakemen bozulur, yanlış tartmaya başlarsın. Ardından güvensizlik gelir. Herkesi kendine düşman bellemeye başladığından hayatının birinci önceliği güvenlik olur.

Sürekli kendini kollamaya başlarsın, bu ise şüphe kutusunun kapağını açtırdığından daima kendini kollamaya çalışırsın ve zamanla paranoya denilen noktalara geldiğini görürsün.

Kendini güvene almak isteyeceğinden sürekli daha fazla öfke üretirsin.

Kısacası öfke, yaşamının tümünü senden çalar.

Seni kendi hayatının hırsızı yapar.

MUHABBETTE söz akıp buralara gelmişti.

İçimizde bunu deneyimlemiş ve çok kayıplar vermiş bir arkadaşımız söze girdi.

'Öfkelendiğinde başkasının hikayesine bir karakter olursun' dedi.

Hepimiz sustuk birden…

Ne kadar doğru.

Kendi hayatın elinden kayıp giderken başkasının yaşamında olumsuz bir figüran oluyorsun.

Oysa kendi hayatının ana karakteri olmak elinde.

İraden var, aklın mevcut…

Ve üstelik elimizde bizi kesin ve mutlak doğruya eriştirmek üzere Yüce Rabbimizin merhametinin en önemli kanıtı olan Kur'an-ı Kerim var. Onun en güzel tebliğcisi ve uygulayıcısı olan Sevgili Peygamberimizin muhteşem tatbikatı var.

Evet, öfke hikayeyi bozar.

Çok fena biçimde tarumar eder.

Bozdurmayalım hikayemizi…

Ya Selam!